İnsanın entellüktüel yaşamında en üst aşamadır felsefe. Derinlikli bir uğraştır. Kadim insan, doğaya karşı çaresizliğini felsefe sayesinde yenmiş ve bu günümüze dek gelmiştir. Fakat insanlık antik zamanlardan günümüze değin felsefi problemlerini bitirememiş ve bitiremeyecek de. Çünkü insan olduğu sürece problemler olacaktır ve problemler odukça da felsefe olacaktır. Bu yüzden felsefenin, insanın varoluşsal problemlerine karşı kendi kalkanı olduğunu ifade edebiliriz. Felsefe sayesinde kendini bu problemlere karşı müdafaa etmektedir. Sadece varoluşsal alanda değil aynı zamanda bilişsel, sosyal alanda, varlık ve yoklukta kısaca insan ve insanlığa dair tüm mevzularda felsefe, kendisini sevenlerin önüne ışık saçmakta ve yollarını aydılatmaktadır.
Felsefe, medeniyetlerin ve kavmî kültürlerin en yüksek ifadesi olduğu için, denilebilir ki bütün büyük ve eski kavimler felsefeye ve filozoflara sahip çıkmakta ve onları kendilerine mal etmeye çalışmaktadırlar. Sözgelimi Avrupa o kadar felsefeye sahip çımaktadır ki, insanlarda Avrupalı filozofların dışında filozof olmadığı kanısına yol açmaktadırlar. Hatta felsefeyi kendi antik Yunan medeniyetleri ile başlatırlar. İşin kötü tarafı da dünyanın diğer kavim ve kültürlerine sahip insanlardan buna karşı itiraz çıkmamakta ve onlar da bunu kabul etmektedirler. Örneğin Türkiye'de, milli eğitimin lise müfredatındaki felsefe kitaplarına baktığınızda onların da felsefeyi Yunan'dan başlattığını görüyorsunuz. Ve sadece Türkiye'de değil diğer devletlerde de durum budur. Felsefeyi antik Yunan'dan başlatırlar. İlk fiozoflar olarak da Thales'i, Anaximandros'u ve Anaximenes'i gösterirler. Lakin bu Avrupa'lıların bir kandırmacasıdır. Felsefe Kürdistan'da başlar ve ilk filozof da Zerdeşt (Zerdüşt)'tir. Bunu iddia eden sadece ben değilim, Nietzsche gibi Avrupa'nın en büyük filozoflarından birinin de iddiası bu ve onu ilk filozof olarak kabul eder. Gerçi sadece Nietzsche değil diğerleri de, söze konu olduğunda “filozof Zerdeşt” derler ve fakat felsefeyi de kendi medeniyetlerinde başlatırlar. Eğer Zerdeşt filozof ise ve onların sözkonusu diğer filozoflarından önce yaşamışsa felsefe nasıl Yunan'dan başlayacaktır ki?
Bu konu üzerinde biraz durmak istiyorum. Bu, (ilk filozofun Zerdeşt olduğu konusu) kanıtlanmış bir gerçektir. Doğrusu bunu hiç kimse inkar etme gücüne sahip olamaz fakat Kürtler devletsiz/sistemsiz olduğu için, bilim dünyasında bunu uluslar arası meyanda dile getiremiyorlar ve zaten diğer devletler de buna sahip çıkmıyorlar. Kürtler'in üniversiteleri olmuş olsaydı bu gerçek gibi daha pek çok gerçeklik açığa çıkartılacaktı. Nedir bu gerçeklik? Gerçek şu ki, felsefe yeryüzünde Kürtler'in ataları ile başlar ve ilk filozof da Zerdeşt'tir. Evet Şimdi biz onun fikir ve düşüncelerin geçelim. Berrrak bir biçimde göreceksiniz ki ilk Yunan'lı filozoflar düşüncelerini onun felsefesinden devşirmişlerdir.
Zerdeşt Kürdistan'lı bir filozoftur. Milattan önce altıncı yüzyılda yaşamıştır. Her ne kadar kaynaklarda yaşamı hakkında farklı bilgiler ortaya konuluyorsa da çoğunlukla İran'lı tarihçiler milattan öce 660 yılını onun doğumu olarak kabul ederler. (“İlk filozof” Thales'in doğumu M.Ö 625 olarak kabul ediliyor ç.n.) Urmîye bölgesinde dünyaya gelmiştir. Aslen Med'lidir. Felsefesi çelişkiler üzerinedir. Zerdeşt'e göre hayatta her şey karşıtı ile bilinir. Örneğin iyilik ve kötülük, karanlık ve aydınlık, gece ve gündüz, yoksulluk ve zenginlik, bilgelik ve cehalet gibi. Bunlar birbirinin karşıtıdır ve bunlar arasında sürekli bir savaş vardır. İnsanlar için de aynı şeyi söyler Zerdeşt: İnsanı üçe ayırır: Beden, bilinç ve ruh. Beden elementlerden oluşur. Et ve kemik topraktandır. Ölümden sonra beden, gerçeğine döner ve tekrar toprak olur. Vücuttaki su ve kan da böylece gerçekliklerine dönerler ve tekrar su olurlar. Nefes de havadır ve o da gerçekliğine kavuşarak hava olur. Ruh, bedenin hareketine yol açar. Bilinç, ruhun dönüşümüne ve hesap gününde hesaba sebebiyet verir. Öldükten sonraki yaşamda, insan ne eylemişse bu hayatta, bilinç vasıtası ile o insanın önüne çıkar. Eğer erkek iyilik yapmışsa, onun o iyiliği güzel ve genç bir kıza dönüşerek onun önüne çıkar. Kötülük yapmışsa, o kötülüğü oldukça çirkin bir kızın suretiyle karşısına çıkar. Aynı şey kadınlar için de geçerlidir. İyilikleri genç ve yakışıklı bir erkek olarak karşılarına çıkar, kötülükleri de kirli, pis ve şapşal bir adam olarak karşılarına çıkar. Beden ile birlikte bilinç de ölür. Ruh bedenden farklı olarak element değildir. Ahura Mazda'dandır ve ölümsüzdür. Sonuçta o da Ahura Mazda'ya dönerek gerçekliğine kavuşur.
Zerdeşt'in bu ifade ettiklerinden hareketle diyalektik düşüncesinin babasının Zerdeşt olduğunu net bir biçimde iddia edebiliriz. Lakin günümüz müfredatında diyalektiğin babası olarak Yunan'lı Herakleitos(M.Ö 540-480) gösterilir. Doğrusu Zerdeşt Herakleitos'tan yüzyıl önce diyalektikten bahsetmiştir. Zerdeşt'in bu düşüncelerini Mezopotamya'dan antik Yunan'a taşımışlar. Sadece diyalektikte değil, Zerdeşt kendi felsefesinde ateşe büyük bir önem verir ve ona göre ateş güneşten bir parçadır, bizzat Ahura Mazda'nın da ruhudur. Zerdeşt'e göre ateş yaşamın çeşmesidir ve kutsaldır. Zerdeşt sadece ateşe değil suya, toprağa ve havaya da büyük bir önem verir. Onun bu düşünceleri, yine antik Yunan'ın ilk doğa filozofları tarafından kullanılır. Sözgelimi Herakleitos hem diyalektik düşüncesini hem de ateşin kutsallığı düşüncesini Zerdeşt'ten alır. Thales bu öğelerden sadece suyun, Anaximenes havanın üzerinde durmuş, Empedokles bunlara toprak öğesini de ekleyerek bunları ilk element/töz olarak kabul etmiştir.
Yukarıda açık bir biçimde ortaya koyduğumuz gibi Yunan'lı filozoflar Med'li Zerdeşt'ten etkilenmişlerdir. Bu konuda pek çok eser ve kaynak vardır. Tüm kaynaklar Zerdeşt'i ilk filozof olarak gösterir, ilk felsefeler ve ilk filozofların düşünceleri onun tarafından ortaya konulmuştur. Fakat bugün sadece Zerdeşt ve onun felsefesi değil, Kürtler'in bütün değerleri ve yüksek edimleri ortadan kaldırılmıştır. Eğer Kürtler bugün bir devlet/sistem sahibi olmuş olsalardı Kürtler'in, uygarlığının kurulmasında en önemli rolü oynadığını herkes görecekti. Çünkü Kürd'ün anayurdu, kültür ve medeniyetin beşiğidir. Bugün inkar edilse, kültür ve tarihlerine yaşam hakkı tanınmasa bile Kürtler'in ataları bugünün dünyasının teşekkülünde öncelikli rol oynamışlardır.
Bu yazımdan başlamak suretiyle her çalışmamda ayrı bir Kürt filozof üzerinde duracağım ve o zaman siz Türk, Arap ve Fars olarak kabul edilen pek çok filozofun Kürt olduğunu göreceksiniz. Bence bu çalışma Kürt düşünce ve felsefesinin de sınırlarını ortaya koyacaktır.
İlk yazımızda felsefenin Kürtler tarafından başlatıldığını ifade etmiş, bu iddianın ispatı olarak Zerdeşt'in fikir ve düşünceleri ile Yunan'lı filozoflara nasıl yol açtığını –kısaca- ortaya koymuştuk.
Bu yazımızda ikinci Kürt filozof üzerinde duracağız. İkinci Kürt filozofumuz Mani'dir. Babasının adı Fatak Babak'tır. Babası Med'li bir Kürt'tür. Hemedan'lıdır. Annesinin adı Marmarjam'dır. Milattan sonra 14 nisan 216'da Babil egemenliği döneminde Mardin'de dünyaya gelmiştir. Mani, inananlarına yeni bir yol açtı ve denilebilirki fikir ve düşünceleri bütün dünyaya yayıldı. Çin'den Hindistan'a, İran'dan Türkistan'a ve Kafkaslara, Afrika'dan Roma'ya değin onun düşünce ve inançlarının etkisinde kaldıl insanlar. Her ne kadar felsefesi ağırlıklı olarak Zerdeşt, Buda, Hz. İsa ve Mitrai'den etkilenmişse dahi Mani özel bir felsefe kurmuştur.
Mani, felsefesini ve düşüncelerini altı kitapta dile getirmiştir. Altı kitap yazmıştır:
Mani bu kitabında kötü insanlardan bahsetmiştir. Ehrimen'den bahsetmiş ve Ehrimen'in onların içine nasıl girip onları aldattığını anlatmıştır.
Mani, bu kitabında iyilikleri ve iyi insanları anlatımıştır. Aydın insanların bahtiyarlığından ve aydınlıktan bahseder.
Kitabın isminden de anlaşılacağı üzere bu kitapta doğru yoldan ve doğru yolda yürüyen insanlardan bahseder.
Mani bu kitabında kalp temizliği, iman ve düşünceden bahseder.
O dönemin ve ondan önceki dönemlerin peygamberlerinden ve dinlerinden bahseder.
Mani, bu son kitabında yiğitlerden ve kahramanlardan bahseder. Vatanı için ölünceye dek savaşan ve direnenlerin kitabıdır bu.
Yukarıda zikrettiimiz kitaplar Mani tarafından kaleme alnımış ve isimlerinden de anlaşılacağı üzere tamamen Kürtçe'dirler. Mani, bu eserlerinde inançlarını ortaya koymuştur. Bu inançlarını dini bir form ile sunmuştur. Bu yüzden bir peygamber gibi algılanmış ve felsefesi de bir din olarak telakki edilmiştir. Sözgelimi Mani'nin, inananları için emrileri vardır ve bu emirler Hz. Musa'nın emirlerini andırırlar:
10- İşinde ihmalkâr/umursamaz ve tembel olmamak.
Bu emrilerinden ötürü bir peygamber gibi algılanmaktadır ama özenle incelendiğinde felsfesini bir tür dini formuyla ortaya koyduğu görülecektir. Konfuçyus ve Buda gibi.
Mani'nin felsefesi dualist bir felsefedir. Mani'ye göre iyilik ışık ve ruhtur. Kötülük de karanlık ve bedendir. Bu yüzden doğada iyilik ile kötülüğün bir arada olduğunu vurgular. İnsanın ruh ve bedenden olması da bu yüzdendir. Doğrusu böyle bir dualizm Zerdeşt'te de vardır. Kimi mevzularda Zerdeşt'ten etkilenmişse dahi pek çok alanda aralarında farklılıkta bulunmaktadır. Örneğin Zerdeşt'te göre insan bedeni oldukça önemlidir ve insan bedenine karşı çok hassasiyet geliştirmelidir. Lakin Mani'de bedenin herhangi bir kıymeti yoktur ve beden ezdirilmeli, çiğnenmelidir. Hastalık ve elemler ile beden terbiye edilmelidir. Ruh bu beden içerisinde zindandadır ve bu sayede ruh bedenden kurtarılmalıdır. İnsanın en büyük amacı karanlığa karşı savaşmak, aydınlığa yardımcı olmaktır.
Mani'ye göre zulüm büyük bir günahtır ve insan hoşgörülü hareket etmelidir. Kimse kimseden daha iyi ve daha üstün değildir.
Fakat ölümünden sonra -Uygur Türkleri gibi- pek çok ülke felsefesini resmi inanç olarak kabul etti.
KÜRT FİLOZOFLAR 3 - MAZDEK
Mihemed RONAHÎ

Mezopotamya'nın ve Ortadoğu'nun düşünsel ve felsefi teşekkülünde iki Kürt filozofa değindik; Zerdeşt ve Mani. Şimdi üçüncüsüne, Mazdek'e geçiyoruz.
Her üç Medya'lı filozof dünyadaki felsefeye oldukça etki bırakmışlardır. Sonrakiler, çoğunlukla onlardan etkilenmişlerdir. Zerdeşt ve Mani, arkalarında yazılı eserler bıraktıkları için kolaylıkla felsefelerine ve yaşamları hakkında da kesinlikli bilgilere ulaşabildik. Örneğin Zerdeşt'in kitabı Avesta elimizdedir ve bu kitap Kürtler'in ata dili olan Avestaca'dır. Zerdeşt bu dil ile felsefesini dile getirmiştir. Mani de eski Kürtçe ile altı adet kitap kaleme almıştır (günümüz Kürtçesine daha yakındır). Bu yüzden bu iki filozof hakkında kolaylıkla bilgilere ulaşılabilmektedir. Ve fakat Mazdek'te böyle bir durum söz konusu değildir. Yaşamı hakkında bir hayli kaynak sıkıntısı vardır ve mevcut kaynakların da çoğu sadece felsefesinden bahsetmekte ve köken olarak da İran'lı olduğunu iddia etmektedir. Gerçi sadece Mazdek için değil Zerdeşt ve Mani için de aynı şeyi kabul eder kaynakların çoğu ama aslında konu araştırıldığı zaman Kürt oldukları ortaya çıkabiliyor.
El-Biruni, Mazdek'i “Mazdek b. Hamededan” alarak tanıtır ve Mazdek'in Hamedan'lı olduğunu ifade eder. Diğer pek çok farklı kaynakta da Mazdek bu şekilde bilinir. Babasının adı Bandad'dır.
Mezopotamya tarihinde Mazdek'in etkisi bir hayli fazla olmuştur. Düşüncelerinin etkisi hala da Kürtler arasında vardır ve sözgelimi Güney Kürdistan'da bir aziz olarak bilinir.
Mazdek Kürtçe bir isimdir. Sözgelimi Kürtçe'de Tanrı isimleri Yezdan, Êzdan, Ezdan, Xweda'dır. Bu kelimeler esasen köken itibariyle birdir ve Mazdek de bunların bir türevi olarak görünüyor. Ez-da (Ez dame: Beni var eden), Xwe-da (Kendimi var eden), Maz-da (Me da: Bizi var eden, veya Tanrı'dan gelen-ez dame, em dane, dane me vs-) anlamlarını içerir. Bildiğiniz gibi –ek ve –ik Kürtçe de küçültme ekleridir. Bir biçimde "Küçük Tanrı" anlamını da verebiliyor. (Xweda Kürtçe'de “sahip”, “kendi var eden”, “varlığı kendisinden” gibi anlamları da içerir. Za, Zi, Zin, zin-da, Ma zi-dek gibi sıfatlar da Kürtçe'de tanrıya atfedilmiştir. Zi-da, Me-zi-da….. İkisi de Kürtçe'de “tanrının” anlamına gelen Yézidi ve Yéxwudî/Yahudi kelimeleri dikkat çekicidir. ç.n.)
Doğum tarihi tam olarak bilinmiyor ve kaynaklar farklı tarihleri gösteriyorlar. Fakat V. Yüzyılda yaşadığını ve 499'da da öldürüldüğünü biliyoruz.
Mazdek, Zerdeşt ve Mani'nin etkisinde kalmışsa dahi kendi düşüncelerinin ve felsefesinin özgünlüğü de ortadadır, mevcuttur. Mazdek komünizmin babasıdır. Komünist düşünce dünya tarihinde Mazdek ile başlamıştır. Dünyada mal ve servetlerin paylaşımını ve de insanlar arası eşitliği savunan ilk şahsiyet Mazdek'tir. Mazek'e göre su ve hava gibi, servetlerin ve paranın da insanlar arasında paylaşılması lazımdır. Bu düşünce sadece Mezopotamya'da değil, Ortadoğu'da ve bilindiği gibi dünyada Thomas Moore, Karl Marks ve Babuef gibi düşünür ve filozoflar tarafından savunulmuştur.
Yine Mazdek'e göre hiç kimsenin servetinin kimseden fazla olmaması gerekmektedir. İnsanların varlığı ve serveti eşit olmalıdır. İnsanlar üzerinde insanlar tarafından tahakküm, iktidar kurulmamalıdır. İnsanların tamamı eşit ve ortaktırlar. Bu yüzden de zenginlerden alıp fakire vermek gerekmektedir.
Mazdek bu düşüncelerinden ötürü bir hayli baskı ve eziyet gördü. Hem tapınak topraklarını ellerinde bulunduran Zerdeşti din adamları, hem de geniş toprak sahipleri Dikhanlar tarafından zındıklıkla itham edildi. Çünkü onlar mal ve servetlerin sahipleriydiler ve Mazdek'in inançları bu pozisyonları ile uyuşmuyordu. Eğer Mazdek'in dediği olsa idi bu din adamları ve Dikhanlar'ın mal ve servetlerinin paylaştırılması gerekecekti.
Mazdek inancında iki temel başlangıç ilkesi vardır: Aydınlık ve karanlık. Aydınlık bilgeliktir, özgürlük duygusunu ve istemini sağlar. Bunlar aydınlık ile elde edilir. Karanlık da cehalet ve körlüktür. Mazdekizm'de üç töz vardır: Su, ateş ve toprak. Aydınlığı ve aydınlıktan sadır olanları tanrı yaratır. Karanlık ve karanlıktan kaynaklı şeyleri de şeytan yaratır. Aydınlık tanrısı göğün en yüksek tabakasında, tahtında oturmuş ve önünde dört güç vardır: 1- Yargılama 2- Anlama 3- Gizleme 4- Coşku. Bu dört gücünü dört kişiye bahşetmiştir: 1 - Mobad (Baş yargılayıcı) 2- Herbad (Anlamaya yol baş faktör)) 3- Serpahhad (Başkumandan) 4- Ramişgar (Keyif ve coşkunun ustası)
Bu dört güç, denetimlerindeki diğer yedi güçle –onların da ellerinde 12 güç var- evrensel işleyişi sağlarlar.
Mazdek, toplumsal görüşleri sayesinde geniş kitleler tarafından kabul edildi. Sasani şahı 1. Kawa, Mazdek'in düşüncelerine başlangıçta sahip çıktı ve onları kabullendi. Mazdekizm; Kürdistan, İran, Azerbaycan, Taberistan ve İç Anadolu'nun çoğuna yayılacak kadar büyüdü. Kawa'nın da gücünü aştı ve Mazdekçiler 469'da onu tahttan indirip zindana attılar. Kawa bir biçimde zindandan kaçar, Akhunlar'a sığınır. 499'da Akhunlar 30 bin kişilik bir ordu ile Mazdek'e saldırır, inananlarını yener, çoğunu öldürür ve Mazdek'i de hapsa atarlar.
Mazdek, ölümünden sonra daha da güçlü etkiler yarattı. Karısı Hurrem tarafından görüş ve düşünceleri yayılmaya devam etti ve böylece Hurrem sayesinde daha da geniş bir yaygınlığa kavuştu. Hatta ölümünden sonra Mazdekizm'in "Hurremiye" olarak anıldığı da oldu. İslamlaşma döneminde Hurremiye ortadoğuda güçlü etkiler yarattı. Örneğin Medinanlı Babek bunlardan biri idi ve Abbasiler döneminde yirmi yıl süren isyanlar başlattı ve Abbasiler'in başına bela oldu.
Özetlemek gerekirse İslam öncesi Medyalı filozoflardan biri de Mazdek'tir. Üç Medyalı filozofun üçüncüsüdür. Şimdi bilinmiyorsa dahi dünyanın düşünsel şekillenişinde Mani ve Zerdeşt gibi önemli bir yer edinmiştir. Söz konusu zaman dilimi içerisinde fikir ve düşünceleri ile Medyalı Mazdek, komünizmin kurucusu olarak tanınmıştır.
KÜRT FİLOZOFLAR 4 - DİNAWERİ
Mihemed RONAHÎ

Antik dönem Kürt felsefesi üzerine yazdığımız üç yazımızdan sonra Kürtler'in ortaçağ felsefesine geçiyoruz. Kürt felsefe tarihini İlkçağ, Ortaçağ ve Yeniçağ olmak üzere üç ana başlık altında toplayacağız. Kürt felsefe tarihinin antik dönemi için üç Kürt filozof ön plana çıkmıştı: Zerdeşt, Mani ve Mazdek. Şimdi de Ortaçağ Kürt felsefi dönemine geçiyoruz.
Ortaçağ felsefesi İslam ile başlar. İslam'ın yayılış sürecinde çok kısa bir süre içerisinde bütün Ortadoğu İslam'ın etkisine girdi. İslam, inananlarının zihninde ve gönlünde sadece bir inanç olarak kalmaz aynı zamanda bir bilinç yaratır ve bu bilinç sayesinde büyük bir medeniyete dönüşür. Her kavimden ve her ırktan buna iman edenler aynı zamanda bu medeniyetin birer üyesiydiler de. Doğrusu, İslam'ın insanlar tarafından kolaylık ve hoşnutluk ile kabullendiğini ve toplumların/kavimlerin de gönüllü olarak İslam'a girdiklerini iddia etmek genel planda mümkündür. Fakat yine de Medya, İran ve daha başka kimi yerlerde de İslam büyük savaş ve ölümler ile yayılım göstermiştir. Sözgelimi Kürdistan'da büyük savaşlar ve isyanlar sonucunda İslam bu coğrafyaya girer. Babek ve Hurremiye isyanları gibi pek çok isyandan bahsedilebilir. Sonuç itibariyle halk İslam'ı kabul eder. İslam'ın kabullenişinden sonra özellikle ilim ve bilim anında büyük bir ilerleme kaydedilir. Pek çok büyük bilim adamı ve filozof yetişir. Kürdistan'lı bilim adamı ve filozoflar her ne kadar güçlü bir biçimde İslam'ın etkisinde kalmış, görüş ve düşüncelerini bu doğrultuda beyan etmişlerse de önceki üç Medyalı filozofun etkisinden de tam kurtulamamışlar. Kürdistanlı filozofların tamamında üç Medyalı filozofun etkilerini bulmak mümkündür.
Kürdistan'da, Ortaçağ Kürt felsefesinde karşımıza çıkan ilk sima Ebul Hanife El-Dinawerî'dir (Ebûl Henîfe yê Dînawerî). Kürdistan'da Ortaçağ Kürt felsefesini Davud-i Dinaverî'nin oğlu Ebu Hanife Ahmet Dinaverî ile başlatıyoruz. Gerçi Kürdistan'da ortaçağ felsefesi sistematik bir biçimde Şihabuddin Sühreverdî ile başlar; lakin Dinawerî, Suhreverdî'nin ve ondan sonrakilerinin önünü açtığı, çığır başlattığı ve onlara yol gösterdiği için önceliği Dinawerî'ye vereceğiz. Dinawerî kimdir?
Adı Ebu Hanife Ahmed b. Davut b. Wenand'dır. Künyesi bu şekildedir. Fakat ilim ehlinin, özellikle de medrese ehlinin yanında Dinawerî olarak tanınır. İsmini doğduğu yerden alır. Şimdi İran Kürdistanı'nın Kermanşah bölgesinde, Hemedan yolu üzerinde bulunan Dinawer(Denyûr)'de, 820'de dünyaya gelmiştir. Dinawerî, Kürdistan'ın öncelikli büyük ilim adamlarından biridir. İslam 632-634 yılları arasında Kürdistan'a girmeye başlar ama doğal olarak bütün halk arasında hemen kabul edilmez. Sözgelimi, yukarıda da değindiğimiz Babak isyanlarında bunu görüyoruz ki bu isyanlar 813'te başlar ve 816'ya kadar devam eder. İsyancılar ağırlıklı olarak Mazdeki Kürtler, Azeri ve acemlerdir. Bu da İslam'ın 150, 200 yıl sonra bile halk arasında tamamen kabullenilmediğini ortaya koyuyor. İşte bu coğrafyada Dinawerî'nin dedesi Wenand inancından vazgeçerek Müslümanlığı tercih eder. Demek ki Dinawerî ailesi, Dinawerî için ikinci göbekten itibaren Müslümandır.
Çalışma ve düşüncelerine gelince. Yaklaşık iki aydır Dinawerî üzerine çalışıyor, araştırma ve incelemelerde bulunuyorum. O günden bu yana bu zatın büyüklüğü karşısında öyle hayretler yaşadım ki, hem kendimden hem de kendimden önce onu yeterince inceleyemeyen araştırmacı ve aydınlardan, Dinawerî gibi bir filozof ve ilim adamını ihmal ettikleri ve Kürtler'e tanıtmadıkları için utanç duydum.
Dinawerî çok yönlü bir ilim adamıdır. Bir veya iki alanda değil pek çok alanda kendinden sonraki ilim adamları için çığır açmıştır. Botanik, Zooloji, Filoloji, Tıp, Mantık, Tarih, Coğrafya, Astronomi, Meteoroloji, Matematik ve Mekanik gibi pek çok alanda eser yazmış, bu eserler kendisinden sonraki ilim adamları açısından da sürekli güvenilir kaynak olarak görülmüştür. Aynı zamanda “Kesinlik” ilminin de kurucusudur. Araplar arasında Botanikçi olarak adlandırılmıştır. Çok yönlülüğü ile pek çok yabancı ilim adamının dikkatini çektiği için bir çok yabacı bilim adamı, onun üzerinde araştırma yapmıştır. Avrupa'nın kimi ilim çevrelerinde “Dahi Kürt” olarak adlandırılmıştır. Kürt antropolojisi ve tarihi üzerine“ensab el-ekrad”(Kürtler'in kökeni) ismi ile eser yazan ilk kişidir.
“Kitab el-nebat” (Bitkiler Kitabı)'ında Kürdistan'daki bitkilerin adını Kürtçe olarak yazmıştır. Astronomide o kadar ilerleme göstermiştir ki incelemeleri sadece yazdığı eserler ile sınırlı kalmamış bir rasathane de açmıştır. Biz burada onun için ne kadar iltifatlarda bulunsak da bence yetersiz kalmaktadır çünkü sadece Kürtler arasında değil rahatlıkla iddia edebiliriz ki bütün bir İslam medeniyeti içerisinde en önemli bilim adamıdır. Fakat maalesef kendisine sahip çıkılamadığı için kimi bilim severlerden başka hiç kimse tarafından adı dahi bilinmemektedir. Geniş ve derinlikli çalışmaları, felsefesi üzerine özgün bir araştırma ortaya koymaya çalışırsak bir hayli hacimli, geniş, derinlikli bir eser ortaya çıkarabiliriz. Fakat konumuzu kısa tutmamız gerekmektedir. Sadece kaleme aldığı eserleri sizlere takdim edip yazıyı bitiriyoruz:
Matematik ve Doğa Bilimleri alanında yazdığı eserler:
1- Kîtab el-cebr we muqabîle (Cebir Kitabı)
2- Kîtab el-nebat (Botanik Kitabı)
3- Kîtab el-kusuf (Güneş Tutulması Kitabı)
4- Kîtab el-redd ela reşad el-îsfexanî (Reşat El-İsfahanî'nin Astronomisine Reddiye)
5- Kîtab el-hîsab (Aritmetik)
6- Baxt fî hîsab-el hind (Hindistan Aritmetiği Üzerine)
7- Kîtab el-cem wel tefrîq (Toplama Ve Bölme-Aritmetik- Kitabı)
8- Kîtab el-qîble wel zîwal (Astronomî)
9- Kîtab el-enwa (Meteoroloji kitabı)
10- İslahel mantiq (Mantık Kitabı)
Sosyal Bilimler Alanında Eserleri:
1- Îxbar ul-tîwal (Tarih)
2- Kîtab el-kebîr (Büyük İlim Kitabı)
3- Kîtab ul-fîsaha (Retorik)
4- Kîtab ul-buldan (Coğrafya)
5- Kîtab ul-şi"r we şûara (Edebiyat)
6- Ensab ul-ekrad (Kürtlerîn Kökeni)
KÜRT FİLOZOFLAR 5 - SUHREWERDÎ
Mihemed RONAHÎ
Denilebilir ki İslam filozofları arasında en fazla etki bırakmış olanı Suhrewerdî'dir. Düşünceleri ve felsefesi ile kendisinden sonraki birçok Müslüman veya Avrupalı filozofa yol açmıştır. Felsefesi incelendiğinde ardıllarının ondan bir hayli ilham aldığı gerçeği ile yüz yüze kalıyoruz. Onun felsefesi aynı zamanda bir ekoldür. “İşrakî felsefe” veya “işrakîyyun” olarak bilinen felsefi ekolün kurucusudur Suhrewerdî.
Adı Yahya b. Hebeş-i Emirek'tir. Künyesi Şeyh Şihabuddin Ebu'l Fütuh Yahya b. Habeş-i Emirek Surewerdi-yi Maktul'dür. Pek çok ilim dalının kurucusu olduğu ve de karanlıkta kalmış gerçekleri aydınlığa kavuşturduğu için ona “Kapıları Açanların Babası” anlamına gelen “Ebu'l Fütuh” lakabı verilmiştir. Ve yine yaşadığı dönemde emsalsiz ve de paha biçilemez bir şahsiyet olduğu için ona dinin yıldızı anlamına gelen “Şihabuddin” lakabı da verilmiştir. Öldürüldüğü için de künyesine “maktül” sıfatı eklenmiştir. Fakat o daha çok Suhrewerdî olarak tanınmıştır ve bu isim de doğduğu yer olan Suhrewerd'den alınmıştır. Suhrewerd bugün İran'da; Zencan'a bağlı, Tebriz ile Tahran arasında küçük bir yerleşim yeridir.
Suhrewerdî bilge bir ailedendir. Örneğin amcası meşhur Abdülkadir Suhrewerdî'dir. Babası kadı idi ve Suhrewerdî daha altı aylık iken uğradığı iftiradan ötürü idam edilmişti. Keza Fatih Sultan Mehmet'in hocası olan Akşemseddin, Suhrewerdî'nin torunudur. Akşemseddin, Suhrewerdî'nin oğlu olan Hamza Suhrewerdî'nin oğludur. Suhrewerdî'nin doğum tarihi ile ilgili farklı zamanlar gösterilir kaynaklarda fakat ekseriyet ile yaşamı 1115-1191 tarihleri arasıda kabul edilir. O da babası gibi zamanın hükümdarları tarafından öldürülmüştür. Va fakat onu öldürten meşhur Kürt komutan ve devlet adamı Selahaddin-i Kurdî'dir.
Suhrewerdî işrakî (aydınlanma) olarak adlandırılan ve kurucusunun kendisi olduğu yeni bir ekol kurmuştur. Bu ekol daha sonra Avrupalı ve Ortadoğulu pek çok filozofu etkilemiştir. Sözgelimi H. Bergson, Entüisyonizm olarak bilinen sezgici felsefesini Suhrewerdî'den ilham ile kurmuş ve geliştirmiştir. (Çağdaş filozof M. Heidegger'in ziyaretine gelen bir felsefeci dostu “senin ontoloji görüşlerini daha önce ifade eden biri var” der, Heidegger “kimdir?” diye sorunca “ünlü Müslüman filozof Suhrewedî” cevabını alır. ç.n.) Suhrewerdî ardıllarını etkilediği gibi öncüllerinden de etkilenmiştir. Özellikle de Zerdeşt ve Mazdek'ten etkilenmiştir. Biliyoruz ki Suhrewerdî'nin felsefesinin temelinde aydınlık kavramı vardır, bu şekilde kavramsallaştırılmıştır. O bu kavramı Zerdeşt'ten almış ve bu kavram ile felsefesini başlatmıştır. Suhrewerdî'ye göre insan düşünce ile, bilinç ile hakikate ulaşamaz. Hakikatin ilmine ulaşabilmek için sezgiye ve ilhama ihtiyaç vardır. İnsan, sezgi ile ve ilham yolu ile hakikati keşf eder. Keşif ehli gönlünü açık ve temiz tuttuğu sürece anlam alemine girer ve aydınlığa ulaşır. Suhrewerdî, aydınlığı hakikatin cevheri olarak kabul eder. Buna göre insan aydınlık/aydınlanma vesilesi ile doğruya ulaşır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Suhrewerdî'ye göre hakikate bilişsel ve zihinsel (kogntif) bir deneyim ile ulaşamayız. Hakikatin anlaşılabilmesi için insanın, içindeki kıvılcımı yakalaması ve peşinden gitmesi gerekmektedir.
Suhrewerdî beden ve ruhun farklılığına inanır. Karanlık bedeni, aydınlık da ruhu sembolize eder. Ruh maneviyât ile gelişir. Beden oruç ile ve uykusuzluk ile terbiye edilmelidir ki ruha manevi alemler açılabilsin, ruh maneviyat ile ilişki kurabilsin.
Suhrewerdî, rasyonel ve sezgisel düşünceyi de bir şekilde bir araya getirmiştir. Ona göre rasyonel düşünce önemlidir fakat bu, tek başına bizleri varlığın derinliklerine ulaştıramaz. Çünkü varlık, bizim sınırlı bilgilerimizden çok daha büyüktür. Bu yüzden bilişsel bir deneyim ile ulaşamadığımız hakikatlere ancak sezgisel bir kabiliyet ve deneyim ile ulaşabiliriz.
Surewerdî'nin ardından pek çok şey söylenebilir. Çünkü o ardında pek çok eser bırakmıştır. Bu eserlerden birkaçını dahi kısaca anlatmaya yeltensek konu bir hayli uzayacak. Bu yüzden kaleme aldığı eserlerinden bir kısmının ismini zikretmekle yetineceğiz. Filozof hakkında bilgilere ve kaynaklara ulaşmak isteyen herkes bunlara çok kolay bir şekilde ulaşabilir. Bu yazımın, bu büyük Kürd filozofu olan Surewerdî için bir iade-i itibar vesilesi olmasını temenni ediyorum.
Suhrewerdî, dolu dolu yaşamına yüz iki eser sığdırmıştır. Bunlardan yirmi dört tanesi kayıptır. Büyüklüğünü gösteren bu eserlerinden bir kısmının adını aşağıya alıyorum:
1- Aqilê sorx 2- Allamul xuda we aqîdetu ehlî tuqa 3- Bostanul qulûb 4- El elwahul imadiyye 5- Heyakilû'n nûr 6- Fi Hâleti't-Tufûliyye 7- Hikmetu'l-İşrâq 8- Istilâhâtu't-Tasavvuf 9- Qissatu'l-Xurbeti'l-Xarbiyye 10- Kitabu'l-Lemehât 11- Kitabu't-Telvîhât 12-Lugat-i Mûrân 13- el-Meşâri' ve'l-Mutârahât 14- el-Muqâvemât 15- Pertev-Nâme 16- Risale-i avazi per-i Cebraîl 17- Risâle Fi İ'tiqâdi'l-Hukemâ 18- Risâletu'l-İbrâc 19- Risâle Mûnisu'l-Uşşâk 20- Risâle-i Safîr-i Sîmurg 21-Risâle -i Yezdân-i Şinaht 22- Rûzi Bâ Cemâati Sûfiyân 23- Terceme-i Risâletu't-Tayr 24- el-Ecvibetü's-Sühreverdîyye 25- el-Erbeûn el-İdrîsiyye 26- Cezzâbu'l-Kulûb 27- Divânu's-Sühreverdîyye 28- Divânu's-Sühreverdîyye 29- Havâssu'l-Hurûf 30- el-Hikem fi Hurûfi'l-Mu'cem 31- Hikmetu'n-Nâsik fi'l-Menâsik 32- Kavâ'idu'l-Hikmiyye 33- Kavânînu'l-Hakâik 34- el-Kelimâtu'z-Zevkiyye ve'n-Nuketu'ş-Şevkiyye 35- Keşfu'l-GÛtâ li İhvâni's-Safâ 36- Kitâbu'l-Fütüvve 37- Külliyyât-Û Sühreverdîye 38- el-Lâhutiyye fi Envâri'l-Melekûtiyye 39- Makâmâtu's-Sûfiyye 40- Me'âricu'l-Elbâb fî Keşfi Müdâveleti'l-Efrâd ve'l-Aktâb 41- Menyelu'l-İs'âf ve'l-İs'âd fi Tahmîsi Bânet Su'âd 42- Mesâil Se'eleha Ba'du Eimmeti Hurasân Li'ş-Şeyh es-Sühreverdî 43- Münâcât-Û Şihâbeddin-i Sühreverdiyye 44- er-Rahîku'l-Mahtûm 45- Risâle Der Tarîk-i Sülûk 46- Risâle fi'l-Cism ve'l-Hareke ve'r-Rubûbiyye ve'l-Me'âd ve'l-Vahy ve'l-İlhâm 47- Risâle fî Fakr ve Mekâ'idu'n-Nefs 48- Risâle fi'l-Hikme 49- Risâle fî Hudûdi'l-Hukemâ 50- Risâle fi Şerhi'l-Fakr 51- Risâle fi't-Tasavvuf 52- Risâle fî Tecrîd 53- Risâle fî Vasfi'l-Ukûl 54- Risâle fi Zemmi'd-Dünyâ ve Medhiİ'l-Fakr 55- Risâletu'l-Hâiri'l-Vâcid ile's-Sâiri'l-Mâcid 56- Risâletu'l-Halvâ 57- SÛfatu'l-Halveti ve Adâbihâ 58- Şeceretu'l-Fütüvve li Ehli'l-Mürüvve 59- Şerhu Esmâi'l-Erbeîni'l-İdrîsiyye 60- Şerhu Makâmâti's-Sûfiyye 61- Tahmîsu'l-Burde 62- Tefsîru Sûreti'r-Rûm 63- et-Tenkihât fi Usûli'l-Fûkh 64- el-Vâridât ve't-Takdîsât 65- El-Vasâyâ li Yahyâ bin Habeş es-Sühreverdî.
KÜRT FİLOZOFLAR 6 - HALLAC-I MANSUR
Mihemed RONAHÎ

Meşhur Kürt filozoflardan biri de Hallac'dır. Doğrusu köken olarak Kürtlüğü ile ilgili kaynaklar azdır. Eldeki kaynaklar onu çoğunlukla bir Fars olarak gösterirler fakat bu durum sadece Hallac için değil daha önce ele aldığımız beş filozof (Zerdeşt, Manî, Mazdek, Dînawerî, Suhrewerdî) için de, söz konusudur. Gerçek şu ki bu, bilgisizlikten kaynaklanan bir şey değildir. Bilimsel payeler ile Kürtler'in tarihlerini ve önemli şahsiyetlerini sahiplenmektedirler. Çünkü Kürtler'in, kendi büyükleri, tarihleri ve kültürleri ile bilinmesini arzu etmiyorlar. Kürtler, atalarının ortadoğunun düşünsel teşekkülündeki rolünün farkına vardığında gayet tabii ki silkinmeleri daha kolay olacaktır. Bu yüzden dilleri, kültür ve tarihleri, tarihteki öncü şahsiyetleri onlardan gizlenilmektedir. Sözgelimi anmış olduğumuz bu isimler, -Molla Gürani ve Akşemseddin gibilerinin Türk olarak kabullenmeleri gibi- Fars olarak kabul edilmekte ve bu şekilde sahip çıkılmaktadır. Zemahşeri, Şarezori, İbn-i Teymiyye, İbn-i Salah ve İbn-i Esir gibi yüzlerce isim de Arap olarak anılmaktadır. Bu yüzden bunlar gerçek kimlikleri ile tekrar ele alınmaları, sahiplenmeleri ve asıl hüviyetleri ile tanınmaları gerekmektedir.
Hallac-ı Mansur olarak tanınan bu bilgenin gerçek adı Beydalı Mansur'un oğlu Hüseyin'dir. Dokumacılık ile uğraştığı için ona Hallac denilmiştir. 856'da İran'ın Beyda'sında dünyaya gelmiştir. Mazdekî bir ailedendir. Dedesi Muhamma bir Mazdekî idi. Babası dinini değiştirmiş ve İslam'ı seçmişti. Kürtlüğü hakkında birkaç araştırmacını adını zikredebiliriz. Örneğin; Azerbeycan Lenkoran Üniversitesi'nden Prof. Masud Aliagaogli Mamedov, Prof. Louis Massignon (doğrusu Massignon, Kürtlüğü hakkında bir hayli gidiş gelişler yapar fakat yüzde yüz onun Kürt olduğunu ifade etmez), Dr Halil-i Cindî, Dr. Zurab Aloian, İhsan Çolemergî gibi daha pek araştırmacı söze konu edilebilir.
Hallac oldukça derinlikli bir filozoftur. Hayatı ve felsefesinde dünya hayatının hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Ona göre insan dünyevi şeyleri sevmemeli, sevgisini yüreğinde beslememeli. Maddi menfaatlerin tutsağı olmamalıdır. Asıl ve temel olan bu dünya değil anlam dünyasıdır. İnsan bu dünyadan kurtularak anlam dünyasına ulaşabilmelidir. Hallac, vahdet-i vücûd felsefesinin öncülerinden biridir. Düşünceleri ve felsefesi İslam'a uygun değildir. Hallac'a göre gerçek varlık tektir ve o da Tanrı'dır. Diğer bütün şeyler varlıklarını ondan alırlar. Her şey varlığını ondan aldığı için her şey O'dur. Ben de varlığımı ondan aldığımızı için esasen ben de O'yum. Ben ile O arasında hiçbir farklılık yoktur. Bu inancından ötürü Hallac “Ene'l Haqq” (Ben Hakk'ım) demiş ve bu da onun ölümüne sebebiyet vermiştir. Bu ifadelerinden önce de sekiz yıl zindanda yatmıştır.
Ona göre dünyada ölüm yoktur, değişim vardır. İnsanlar ölmezler sadece yaşamlarını değiştirirler. Bu yalancı dünyadan doğru ve gerçek dünyaya göçerler. Bu yüzden insanların ölümü onlar için yeni bir diriliştir. Ya da hayat ölümün içinde vardır. Bu yüzden de katillerine “beni öldürün çünkü yaşamım ölümümde, ölümüm de yaşamımdadır” demiştir.
Hallac'a göre dünyanın zevk ve eğlencesinden yüz çevirenler yüzlerine Tanrı'ya döndürürler, böylece Tanrı ile ilişkiye girmiş olurlar ve bu ilişki devam edip arttırıldığında bu, Tanrı ile birleşmek ile sonuçlanır. İnsan manevi gayret ve emekleri ile bu aşamaya ulaşır. Dünyanın zevk ve eğlencelerinden yüz çevirip Allah'a gönül temizliği ile ulaşmak isteyenlerin elde edeceği bir makamdır, salt Tanrısal bir seçim değildir yani. Bu aşama adım adımdır, insan bir anda bu aşamaya ulaşamaz. Tanrı ile hemhal olabilmesi için üç aşamadan geçmesi gerekmektedir. Birinci aşama, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi dünyanın zevk ve eğlencelerinden yüz çevirip gönül temizliği ile Allah'a yönelmektir. Bu merhale insanı derinlikli bir içsel temizliğe ulaştıracak. Kişi Allah ile bir olacak. İnsan pek çok özelliği ile Tanrı'ya benzer nitekim. Mesela Allah ilim sahibidir insan da ilim sahibidir, Allah işitir, insan da işitir. Allah görür insan da görür. İnsan, Allah'ın doksan dokuz sıfatını kendinde taşıyor yeter ki kişi bunları fark etsin, Tanrı'ya yönelsin ve kendini tanısın.
Hallac: Ben Tanrı'nın görünen yüzüyüm, Tanrı benim gizli yüzümdür.
Doğrusu Hallac bu düşüncelerinin bedelini canı ile ödemiştir. Fakat o aşk ve sevginin ehli idi. Onun için ölüm üzülecek bir şey değil idi. Nitekim ona göre, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ölüm bir yeniden doğuştur. Onun felsefi düzeyi, kendi zamanında anlaşılamadı, bu yüzden de hayatının çoğunu sıkıntılar ve zulümler içerisinde geçirdi. Lakin yine de inancından dönmedi. Zamanın iktidar sahipleri olan Abbasiler'e karşı, o dönemde gerçekleşen Kırmati isyanından sonra, zamanın Abbasi meliği Hamid, Hallac'ı da bu isyancılardan biri olarak gösterdi ve 922 yılında onu astı. 22 Mart 922 yılında vahşi bir biçimde öldürüldü: Canlı olarak önce ayaklarını kestiler sonra vücudunu çarmıha gerdiler. Bu şekilde bir gün kaldıktan sonra da vücudunu yakıp küllerini de Dicle'ye attılar.
Kaynaklar son sözlerinin şöyle olduğunu ifade eder:
“Benzim sararmış fakat bu korkudan değil kanımın akışındandır. Kanım size haramdır. Çünkü ben İslam ve İman üzereyim.”
KÜRT FİLOZOFLAR 7 - EYN-UL QUDAT HEMEDANÎ
Mihemed RONAHÎ
İslam felsefesi Kürt filozoflarından, tanınmış, değerli bir diğer fîlozof da Eyn-el Qudat Hemedanî'dir. Eyn-ul Qudat lakabıdır. Gerçek ismi Abdullah'tır. Ali oğlu Muhammed oğlu Abdullah. Künyesinden de anlaşılacağı gibi Hemedan'lı bir Kürt'tür. 1098 de Hemedan'da doğmuştur. İslam fıkhında kendini çok geliştirdiği için henüz 22 yaşındayken 1022'de kadılık yapmaya başlamıştır. Bundan dolayı da kendisine Eyn-ul Qudat denmiştir, yani kadıların gözü. Gerçekten de Eyn-ul Qudat seçkin bir zekaya sahipti. Çünkü o dönemde Hemedan'da onca büyük ve yetenekli ulema olmasına rağmen, o şehrin kadılığı yani hakimliği Eyn-ul Qudat'ın elindeydi.
Eyn-ul Qudat, fikir ve düşünceleri dolayısıyla genç yaşta öldürüldü. O da Hallac gibi vahdet-ül vücud felsefesini savunuyordu ve bu düşüncelerinden dolayı egemenler tarafından hunharca öldürüldü. İlim tahsilini Ömer Hayyam, Ahmed Gazali ve Şeyh Muhammed Hamayî gibi büyük zatlardan tahsil etti. Kendi felsefesinin oluşumunda da iki ünlü isimden etkilendi. Hallac-ı Mansur ve Muhammed Gazali. Felsefesi sadece İslami unsurlardan müteşekkil değildir aynı zamanda yunan felsefesinden de etkilenmiştir ve bu felsefeden de düşünceler katmıştır İslam felsefesine. Yukarıda da dile getirdiğimiz gibi oda Hallac gibi vahdet-ül vücud felsefesini savunmuştur. Sözgelimi bu bu ona ait bir cümledir “Allah diye bildiğiniz zat, Muhammed'tir. Muhammed diye bildiğiniz zat Allah'tır” Bu söz vecd halinde söylenmiş bir söz olabilir. Çünkü tasavvufi yönü çok güçlüydü. Ama yine de bu söylediğinden Allah ve Muhammed'in aynı kişiler olduğu anlaşılmamalıdır. Burada söylemek istediği yaratan ile yaratılanın aynı olduğu. Yani yaradan-yaradılan birliğidir. Zaten vahdet-ül vücud felsefesi bu minval üzre inşa edilmiştir.
Eyn-ul Qudat otuz üç yaşında yani genç yaşta öldürülmesine rağmen, arkasında değerli eserler bırakmıştır ve eserlerinde felsefesini açıkça dile getirmiştir. Eserleri şunlardır.
1- Temhîdat
2- Zübdet-ul Hakayık
3- Yezdan şinaht
4- Mekatip
5- Risaleyi cemali
6- Şekva-ul garib
Son iki kitabı mektuplarından oluşuyor. Şekva-ul Garibi zindanda kaleme almıştır. Egemenler tarafından masum bir şekilde hapsedildiğinde bu eseri yazmıştır. Şekva-ul Garib'de insafsız yargıçlar karşısındaki mazlumiyetini dile getiriyor. Bu eserini dönemin bilginleri için kaleme almıştır ve o dönemdeki birçok konu üzerinde durmuştur. Öte yandan adından da anlaşılacağı üzre Şekva-ul Garib' i bir şikayetname olarak yazmıştır. Yani egemenler karşısındaki şikayetlerini dile getirmiştir.
“Yezdan Şinaht” adıyla yazdığı kitabı da üç bölümden oluşuyor. Farsça yazılmıştır. İlahi konular, doğal bilimler ve felsefi konular işlenmiştir bu kitapta.
Eyn-ul Qudat üzerine prof. Hamid Dabaşi çok değerli araştırmalar yapmıştır. Diğer taraftan meşhur sosyolog Ali Şeriati de onu eşsiz bir fîlozof ve bilgin olarak addetmiş ve Kevir adlı kitabında ondan övgülerle söz etmiştir.
Dönemin kötü kalplileri ve din tücarlarının Eyn-ul Qudat'a yönelik düşünceleri gittikçe kötü bir hal hal alıyordu ve sesleri gittikçe yükseliyordu. Sözgelimi Eyn-ul Qudat'ın dünyanın yaratılmadığını, zaten ezeli olarak yaratılmış olduğunu söylediğini ileri sürüyordular. Oysa Eyn-ul Qudat Şekva-ul Garib'te “Ben dünya yaratılmamıştır demiyorum ama her şey varlığını Allahtan aldığı için her şey var'dır yani vücud'tur” Asılmasının sebepleri arasında dönemin ulema ve bilginlerinin etkisi büyüktü. Çünkü zekasının keskinlik ve derinliğinden korkuyordular. Gıyabında onu zemmeden sözler söylüyordular. Zaten Hallac asıldığı zaman Eyn-ul Qudat ta oradaydı ve Hallaca büyük bir sevgi besliyordu. Onun ardından ona ait bir çok sözünü kullanıyordu. Cümlelerini tefsir edip yorumluyordu.
Eyn-ul Qudat iyi bir hatip olduğundan ve düşüncelerini çok sarih bir şekilde ifade edebildiğinden halk arasında çok seviliyordu. Artık kendisine bağlanmış müritleri vardı ve her geçen gün sayıları artmaktaydı. Müritleri sadece avamdan değildi mesela Selçuklu veziri Aziz ed-din Mustavfi gibi etkili isimlerde vardı. Selçuklu veziri Aziz ed-din ile diğer bir Selçuklu veziri olan Kasım Derguzîn arasındaki husumetten dolayı, Kasım Eyn-ul Qudat'a karşı kin gütmeye başladı. Nihayet bu kin öldürttüğü diğer kişiler gibi Eyn-ul Qudat'ta öldürtene kadar devam edecekti. Türlü hile ve düzenbazlıklarla dönemin ulemasını arkasına alıp Eyn-ul Qudat'ın öldürülmesine dair fetva çıkarttı. Fetvalarında Eyn-ul Qudat'ın zındıklık yaptığını ve inançlı halkı zehirlediği, aynı zamanda ilahlık iddiasında bulunduğu belirtildi. Bundan dolayı 1130 da Eyn-ul Qudat'ı Bağdat'a götürdüler ve bir yıla yakın bir süre zindana attılar. Sonra Hemedana getirip 16 mayıs 1131 akşamı astılar. Onun da sonu çok sevdiği Hallac gibi olmuştu. Astıktan sonra derisini yüzüp, cesedini yakmıştılar.
KÜRT FİLOZOFLAR 8 - ŞEMSEDDÎNÊ ŞAREZORÎ
Mihemed RONAHÎ
Nasıl ki Avrupa felsefesinin şekillenmesinde Atina, Roma ve Sparta gibi birkaç merkezi şehir varsa, aynen öyle de Ortadoğu'nun, özellikle de Kürt felsefesinin şekillenmesinde birkaç merkezi şehir tarihi bir rol oynamıştır. Şarezor ve Hemedan bu şehirlerdendir.
Tabii ki bu şehirler dışında da büyük filozof ve bilginler çıkmıştır. Örneğin Cizre, Amed ve daha bir çok şehri zikredebiliriz. Ama özellikle Şarezor ve Hemedan kürt tarihinde kültür, edebiyat ve düşünce alanında çok değerli emek ve çalışmalara ev sahipliği yapmıştır. Hatta bu iki şehirden sadece biri bile, bir tarih yaratmak için yeterlidir. Sözgelimi sadece Şarezor'u ele alalım. Şarezor'dan çıkan düşünürler sadece Kürtler için değil, Ortadoğu (İslam) felsefesi için de önemli bir rol oynarlar. Bu düşünürlerin ismini saydığımızda göreceksiniz ki Şarezor gerçekten de bir kültür merkezi olarak Kürdistan'ın yüreğinde yer almıştır. Peki kimdir bu Şarezor'lu bilginler. Îbn-ul Muzaffer Şarezorî, Kemaleddîn Şarezorî, Îbn-î Salah Şarezorî, Abdurrehman Şarezorî, Hesen El Şarezorî, Naliyê Şarezorî, Mewlana Xalidê Şarezorî, Mella Goranî, Ehmed el Qasimê Şarezorî, Şemseddînê Şarezorî ve daha sayabileceğimiz onlarca isim Şarezor'dan çıkmıştır. Şimdi bu değerli isimlerden biri üzerinde duracağız. Bu zat Şemseddîn Şarezorî'dir.
Gerçek ismi Mahmud oğlu Şemseddîn Muhammed'dir. Şarezor'da doğmuştur. Doğumu hususunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte bir kaynakta doğumu 1250 olarak gösterilmiştir. 1288 de de vefat etmiştir. Sührewerdî felsefesinin yorumlayıcısı olarak tanınır. Yaşamı hakkında çok az bilgi vardır ama. Üstadı Sührewerdî'nin yolundan gitmiştir ve Sührewerdî'nin ölümünden sonra da felsefesini devam edip geliştirmiştir. Şimdiye dek bize beş eseri ulaşmıştır.
1- Resailu şeceretul îlahiyye fi ulmil heqayiqî rabbaniye
Bu kitapta birinci bölüm bilimin sınıflandırılmasına, ikinci bölüm klasik mantığa, üçüncü bölüm siyasi ve ahlaki konulara, dördüncü bölüm doğa felsefesi ve fiziğe, beşinci bölüm ise metafizik üzerine yazışmıştır.
2- Kitabul Rumuz
Bu kitapta da antik yunan felsefesi üzerinde durmuştur. Yunan felsefesindeki Hermetik ve Helenistik düşünceyi ele almış ve bu düşüncelerin temeli üzerinde durmuştur. Ayrıca platoncu ve neoplatoncu bir bakış açısıyla “nefis” kavramı üzerinde durmuştur. Nefis ve beden ilişkisi , nefsin mahiyeti ve nefsin beden çürüdükten sonraki durumunu ele almıştır bu kitapta. Yine bu kitapta epistemolojîk bir perspektif ile bilgiyi elde etme ve nesin aydınlanması gibi konuları değerlendirmiştir.
3- Ravzatul efrah ve nuzhetul ervah
Değerli filozofumuz bu eserde de HZ. Adem'den kendi zamanına kadar yaşayan, çeşitli görüşlere sahip filozofların yaşamları üzerinde durmuştur.bu değerli eser bir biyografi gibi yazmıştır.
Ayrıca “Şerhul hîkmet” ve “et Tenkîhat fî şerhî telvîhat” adında kitapları vardır. Bu kitaplarında üstadı Meşhur Kürd Sührewerdi'nin eserlerini şerh etmiştir. Ama en ünlü şerhi “Hîkmetul îşraq” ın şerhidir.
Şarzori'ye göre insan ruhun çabası neticesinde gerçek bilgiye ulaşabilir. Ruhsal çaba ile insan doğrudan varlığın bilgisine ualaşabilir. Burada Aristo felsefesinin aksine düşünmüştür. Çünkü Aristo'ya göre akıl bir yardım olmadan bigiye ulaşamaz.
Şarezori felsefenin birçok alanında kafa ağrıtmış ve değerli düşünceler ortaya koymuştur. Ama özellikle siyasi, etik, hukuki ve metafizik alanlarda yoğunlaşmıştır.
İşraki felsefenin temelinde “hikmet” kelimesi çok kullanılmakla birlikte işraki filozoflar bu konuda çok şey söylemişlerdir. Şarezori'ye göre de hikmet ahlak ve siyasete yakın bir anlam taşır. Yine ona göre hikmet iki çeşittir. Birincisi “fiili hikmet”tir ikincisi ise “ilmi hikmet”tir. Şarezori fiili hikmeti ilmi hikmetten daha evla görür, çünkü ona göre insanın anlaşılabilir şeyleri anlaması ve idrak edebilmesi için temiz bir nefis gereklidir. Temiz bir nefis için de temiz bir ahlak ve siyaset gereklidir.
Hikmet kavramı dışında Şarezori adalet kavramı üzerinde de epetce kafa yormuştur. Önce insanın güçleri üzerinde durmuştur ve bu güçleri üç tür olarak belirtmiştir. Akli güç, şehvani güç, ve öfkesel güç. Sonra bu üç gücü adalete bağlar ve şöyle değerlendirir. Çünkü ona göre nefsin olgunlaşması için bu üç gücün kontrol edilmesi gerekir. Bu üç güç kontrol altına alındığında nefis adaleti sağlayabilir. Sonra Şarezori adalet başlığı altında on iki madde sıralar. Konunun uzamaması için şimdilik bu maddelere değinmeyeceğiz
Kısacası küçük bir köşe yazısı ile biz büyük üstad Şarezori'nin felsefesini burada açıklamamız mümkün değil. Çünkü Şarezori, demin de söylediğimiz gibi hemen hemen felsefenin her alanında kafa yormuş mümtaz bir düşünürdür. Sadece Ortadoğu felsefesi üzerinde değil aynı zamanda yunan felsefesi üzerinde de durmuştur. Bunları ele almak için bir makaleden fazlası gerekecek. Zaten amacımız da bu değerli filozofu tanıtmaktır. Felsefesine girecek olsak belki on, on iki makale ile ancak felsefesini burada tanıtabiliriz. Konunun uzamaması için felsefesine sadece üstünkörü değinmekle yetindik. Bu değerli filozofu tanımak isteyenler rahatlıkla kaynaklara ulaşabilirler. Çünkü bügün Türkiye'deki bir çok üniversitede, özellikle de ilahiyat bölümlerinde, akademisyenler Şemseddin Şarezori üzerine birçok araştırma yapmışlar. Bu büyük filozof hem Türk hem de Avrupalı birçok akademisyen tarafından çok iyi tanınır. Ama maalesef Kürtler bu büyük filozofu yeterince tanıyamamışlardır. Sadece Şarezori değil daha onlarca değerli filozof ve düşünürümüz vardır. Ama onlara yönelip, onları sahiplenmediğimiz için başka milletler onları kendilerine mal etmiş ve onlar sayesinde kendilerine kültür ve tarih yaratmışlardır.
KÜRT FİLOZOFLAR 9 - AŞKIN FİLOZOFU / MELAYÊ CİZÎRÎ (1567–1640)
Mihemed RONAHÎ

Kürt tarihindeki en önemli şahsiyetlerden biri de Melayê Cizîrî'dir. Mela hem şiirleriyle hem de inanç ve düşüncesiyle Kürt milletinin yüreğinde önemli bir yer edinmiştir. Gerçek ismi Ahmed'tir. Şiirlerinde çoğunlukla iki mahlas kullanmıştır. Mela ve Nişanî. Cizre'de doğmuştur. Doğum tarihi konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte bazı kaynaklar 1567, 1570 ve 1589 gibi tarihleri göstermektedir. Bu tarihleri de ebcet hesabından elde etmektedirler.
Mela ilk eğitimini babası Mela Mihemed'in yanında alır. Sonra eğitimini sürdürmek için Diyarbakır'ın Setrabas köyüne gelir. Daha sonra da Hakkari, Amediye, Irak ve Mısır'da okumuştur. Eğitiminin ardından Hasankeyf'e gider ve orada Hasankeyf beyi Melîk Kamil'in yanında kalır. Melik Kamil'in kızı Selma'ya aşık olur. Bu mecazi aşk dolayısıyla otuz yaşında şiire başlar ve bu vesileyle değil sadece Kürtler arasında dünya şairleri arasında da şekçin bir şair olur. Gerçekten de Mela şiir sanatında Mevlana, Goethe ve Şirazi gibi şairlerden kalmamakla birlikte onları geçtiği bile söylenebilir. Zaten bunu kendisi de dile bir şiirinde şöyle dile getirir.
Ger lu'lu yê mensûr ji nezmê dixwazî
Wer şi'rê melê bîn, te bi Şîrazî çi hecet.
Yani: şiirde, inciden yakuttan cevherler görmek istiyorsan gel Mela'nın şiirlerini gör. Şiraziye ne hacet.
Cizreli Mela'mız bu dizelerde şairaneliğini övgüyle dile getirir. Ama bu övgüyü sadece o yöneltmez kendine. Ondan sonraki bir çok büyük şairde ondan övgüyle söz ederler. Örneğin bu konuda değerli Doç. Dr. Kadri Yıldırım Mela'yı onun şairaneliğini öven birkaç şairin şiirinden örnekler vermiştir.
F. Teyran :
Senaxwanê melê me Li hemû erd û cîhan
Mela'ya müteşşekirim her yerde
Mîr Umadîn:
Ji husnê rewneqek dayê Ku Şêx Ehmed me ustad e
Güzelliğinden bir bakış vermiş ki üstadımız Şêx Ahmed'tir bizim
Şêxê Xanî:
Bînave riha Melê Cizîrî Pê hey bikra Eliyê Herîrî
H.Q. Koyî:
Li Cizîrê yekêke Şêx Ehmed Sahibê naw û murşidê erşed
Cizre'de bir tanedir Şêx Ahmed şanlıdır ve en iyi mürşittir.
Se'îdê Nursî :
"Tu ji Melayî her bipirs, esrarê işqê hel dikit Vê muemmayê çi zani sed mela û muste'id"
Bunu Nursi ondan alıntılamış:
Sen Mela'dan sor, o aşkın esrarına varmıştır. Bu muammayı ne bilir bilgeler, alimler.
GOETHE:
Ey nîşanî te rêya rast kifş kir işq çi ye te diyar kir
Ey nişani doğru yolu keşfettin, aşk nedir açıkladın sen.
Mela'mızın büyüklüğüne dair birçok konuyu açıp bu konuları değerlendirebiliriz ama konuyu kısa tutmak için felsefî anlayışına geçelim. Antik çağlardan bugüne kadar birçok filozof “ilk töz (unsur) nedir” konusu üzerinde durmuşlardır. Özellikle bu bağlamda birçok yunan filozofu görüş bildirmiştir. Örneğin Thales ilk tözü “su” olarak ele almıştır, Anaximenes “hava”dır ilk töz demiştir, Herakleitos “ateş” olarak ele almıştır. Empedokles dört unsuruda ele alır. Ve su, toprak, ateş ve hava dörtlüsünü varoluşun temel unsurları olarak ele alır. Oysa Seyda bu dörtlüye bir tane daha ekler ve der ki “aşk” ta ilk unsurlar arasındadır. Hatta bu dört unsur insanı bıraktıktan sonra bile aşk terk etmez insanı ve ebediyen onla kalır.
Şu sözüyle aşkın beşinci unsur olduğunu dile getirir.
“ Me cewher unsurek xamis numa îro di tali'da”
Yani “ şimdi terkimizde beşinci bir cevher vardır”
Ve şöyle devam eder:
Hê di ber qalû belayê belkî ev alem nebû
Çerx û dewran, dewrî gerdûn, kumbedî mîna nebû
Husnê heq bû îstîwaî lami'a hebû
Erş û kursî hêj di mexfî bûn di kenza qudretê
Husn û hub zatê qedîm in lê cuda bûn ew yek.
Henüz kal-u belada bu alem yoktu
Çark ve devran, galaksiler, gökkube yoktu
Hakkın güzelliğiydi, istiva-yı lami'a vardı
Arş ve kursi henüz yokluktu ilahi kudretin kenzinde
Aşk ve güzellik en eski varlıklardı ama ayrıldılar biribirilerinden.
Yani sonradan bu aşk ve güzellik kavramı birbirinden ayrılıp cansız ve canlı varlıklara dağıtıldı. Bu sevda veya güzellikler vatanların topraklarına girdiler. Bu yüzden insanlar vatanlarını seviyorlar, kadınların simalarına girdi, bu yüzden erkekler onlara sevgi besliyorlar. Kilise ve havralara girdi bu yüzden insanlar oralarda ibadetlerini eda edip, yönelilerler oralara.
Mela'nın bu sözlerinden de çıkarılacağı üzere, Mela aşkı mecazi bir surette görmüyor. Mecazi bir aşktan hakiki bir aşka geçiş vardır Mela'da. Kolaylıkla diyebiliriz ki Mela aşk konusunda başlı başına bi ekoldur. Sahi acaba Mela gibi gerçek anlamda aşk elinden çeken kaç kişiye rast gelebiliriz bu dünyada? Gerçekten de Mela aşkın ve aşık olmanın derinliklerine ermiştir. Mela'nın indinde aşk ayrılıkla yücelip kutsallaşır. Aşkı yaşatmak için aşık daima maşukundan uzak olmalıdır. Ne zaman kavuşurlarsa, o zaman aşk ölür. Bu yüzden de Mela hiç evlenmedi, ömrünü bekar olarak bitirdi.
Cizreli Seydamıza göre, dinler arasında bir farklılık yoktur, hepsi birdir. Çünkü hepsi bir kökten gelip, bir mecraya akarlar. O mecra da Allahın huzurudur. Bu yüzden de insan bütün dinlerden nasiplenmelidir. Bu konuda Mela yine şöyle söyler. “ Ez êdî ji dêr û kenîşteyan kerixîm, ka werin vêca em bi hev re herin ba laleş”
“artık kilise ve havralardan sıkıldım, hadi gelin şimdi birlikte laleş'in yanına gidelim.”
Mela dini anlayışında vahdet-ül vücud felsefesini benimsemiştir. Ona göre her şey Allahın tecellisiyle vücut bulmuştur. Bu görüşünü Mela'nın şu sözlerinden çıkarıyoruz bu görüşlerini.
Yek e derya tu bizan qenc çi mewc û çi hebab
Di esil de ku hemî av e; çi av û çi cemed
(Bil ki birdir denizde, dalga da köpük te
Aslında hepsi sudur; su da buz da)
Yazımızın encamında Mela'nın hem şairaneliğiyle hem de fikir ve düşünceleriyle, geçen bunca yıllara rağmen hala da Kürdistanın yüreğinde bir meşale gibi yanık olduğunu söylemeliyiz. Onun milliyetperverliğinin ışığı hala da kürdlerin yolunu aydınlatıyor.
KÜRT FİLOZOFLAR 10 - EHMEDÊ XANÎ
Mihemed RONAHÎ

Kürdlerin antik felsefesinden bu güne değin, sadece dokuz filozofun adını zikrettik. Tabii ki kürdler bu dokuz filozof dışında da filozof çıkarmışlardır ama ben sadece bu zatlar üzerinde çalışma imkanı bulduğum için bu filozofları tanıtabildim. Doğrusu her biri kendi inanç ve felsefesinde ileri bir düzeydeydiler. Şimdi onuncu filozofumuz olan Şêx Ehmedê Xanî ye geçeceğiz, ama açıkçası itiraf etmek isterim ki bunca emek ve araştırmalarıma rağmen, en çok bu zat üzerinde durup yoğunlaşmama rağmen, Şêx Ehmedî Xanî'nin derinliğine varabildiğime hala da emin değilim. Diğer filozoflarımızda da derinlikli ve yoğunluklu düşünce ve inançlara rastlıyoruz. Hatta bunlardan bazıları felsefede bir ekol olmuşlardır. Örneğin Sühreverdi, Hallac ve Mela gibi. Ama Şêxê Xanî değişik bir durum vardır. Şêxê Xanî yaşamı ve felsefesiyle, kürdlerin geçmişi ve geleceği arasında bir köprü olmuştur. Ruhunu Kürd tarihiyle beslemiştir. Hamiyet çeşmesinin başında durmuş, o çeşmenin en duru, en kürdi suyundan içmiştir. Zerdeşt'ten tutun Mela'ya kadar bir çok kürd şahsiyetten fikir ve düşüncesini devşirmiştir, böylelikle kendine has, özgün bir felsefe oluşturmuştur.
Şêxê Xanî 1651 de Doğubeyazt'ta doğmuştur. (Farklı kaynaklarda Xanî'nin Hakkarinin Xan köyünde doğduğu belirtilir.) 1707 de yine Doğubeyazıt'ta yaşama veda etmiştir. Babasının adı İlyas'tır. Rüstem Beyin oğlu Eyaz'ın oğlu İlyas. Xanî Mûradiye medresesinde öğrenimine başlamıştır. Ondan sonra da Ahlat, Bitlis, Urfa, Cîzre, Bağdat, Şam ve Halep gibi şehirlerde okumuştur. Îran, Misir ve İstanbul'da da gezmiştir. Bu tahsile ve seyahatlarından sonra yine Doğubeyazıt'a dönmüştür. Orada ders vermiş ve yazmaya başlamıştır.
Şêxê Xanî'nin yaşadığı dönem kürdistan için zifiri karanlık bir dönemdir. Çünkü Cennetmekan Şêxê Xanî'nin doğumundan on bir, on iki yıl önce Kürdistan, kasr-ı şirin antlaşmasıyla Türk ve Acemler arasında paylaştırılmış ve böylece Kürtlerin özgürlüğü önünde büyük bir set oluşturulmuştu. Böylesi bir dönemde Ehmedê Xanî sadece bir şair olarak değil aynı zamanda bir filozof, bir aydın, bir edip ve alim olarak milletinin önünde bir ışık oldu.
Bu dizeleri ile de yaralı duygularını dile getirdi:
Taseke ji ava zelal nadim bi hewzê kewserê
Levhatina qesra şêrîn, jê nabînim tu meferê
Piştî roja me bû tarî mirin xweş e ji emberê
O duru suyun bir tasını kevserin havuzuna değişmem
Kasrı şirin antlaşmasında bir kurtuluş göremiyorum
Günümüz karardığından beri bizim için ölüm amberden evladır.
Seydası Cizîrî'nin izinden, Kürdistan gecelerine şebçerağ olup milletinin yüreğine ışık tuttu. Ben onu hep bir damat, Kürdistan'ı da duvaklı bir gelin gibi düşünüyorum. Yüreği ve beyniyle Kürdistan'ın gözlerinin önündeki duvağı kaldırıp ona yol gösterdi.
Xanî okuma ve araştırma amacıyla bir çok yörede kaldı. Yukarıda da belirttiğimiz gibi yurdun hemen hemen her yerinde, ayrıca İran, Mısır ve İstanbul gibi merkezleri de gördü. Buralarda egemenlerini de iyice tanıdı. Her üç ulusun dilini de onlardan daha iyi kullanabiliyordu. Türk, Arap ve Acemlerin durumlarını da gördü. Kürdlerin durumunu da. Bu gözlemleriyle milli duygusunu pekiştirdi. Ayrıca şunu da belirtmemiz gerekir ki Şêxê Xanî Kürdler için sadece bir şair ve tasavvuf şeyhi değil aynı zamanda Kürtlerin milliyet düşüncesinin yaratıcısıdır da. Sadece bu da değil aynı zamanda güçlü bir filozoftur da. Şimdi felsefesine geçebiliriz.
O da her filozof gibi varlık sorunu üzerinde durmuş ve nasıl ki Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes bu konu üzerinde fikir beyan etmişlerse, o da bu konuda ki düşüncesini şu dizeleriyle dile getirmiştir:
Ey wahidê pînhan ku ji zatê tene peyda
Ev kewn û mekan erd û sema kumbedê xedra
Ey gizli vahid ki senin zatından çıkmıştır
Bu kevn ve mekan, yer ve gök, yeşil kubbe
Xanî bu dizelerde bu husustaki inancını ibraz edip her şeyin Allah'tan geldiğini, yani her şeyin yaratıcısının Allah olduğunu dile getirir. Xanî'miz devam ediyor ve başka dizelerinde şöyle söylüyor:
Gava ji edem xwedê kir îcad
Ev kewn û mekan ji nûve binyad
Ol vakit allah yokluktan icat etti
Bu kevn û mekanı yeniden yapılandırdı
…..
….
Her yek ji edem te kirine peyda
Îbda'ê kirin te bê heyûla
Her birini yokluktan var etmişsin
Hiçbir töz olmaksızın kılmışsın ta başta
Yani Xanî'ye göre ilk töz yoktur. Önce Allah vardı ve her şeyi o yarattı. Yine Xanî'de Zerdeşt felsefesine rastlayabiliyoruz, örneğin:
Mala xwe ji rengê qevmê Zerdeşt
Da ber agir û gaziya xwe rahişt
Evini Zerdeşt'in kavminin renginden
Ateşe verdi ve yardım edilmesini bekledi
Xelk vedimale agir bi avê
Ez vedimalim bi agir avê
El söndürür ateşi su ile
Be söndürürüm suyu ateş ile
Bu kelimeler gibi, dizelerinde kullandığı daha birçok kelime Zerdeştiliğie işaret eden kelimelerdir. Örneğin güneş, aydınlık ve ateş gibi kelimeler bunlardan bazılarıdır. Mem û Zîn eserinde, Mem'in ölümünün ardından, bu cümlelerle Mem'in ruhunun güneşe gittiğini söyler:
Bi kurtasî ji navenda axê
Ew dînok gihîşt rojê
Kısaca yerin merkezinden
Bu çılgın güneşe yükseldi
Bu düşüncenin temeli Zerdeştilikte vardır.
Kürd filozofları arasında üzerinde en çok çalışılan Xanî'dir. Onun felsefesine dair bir çok maddeyi açıklayabiliriz. Zaten birçok kişide felsefesine dair çalışmalar sunmuşlar. Evdirrehman Durre ve onlarca kürd gibi. Bunun nedeni de Xanî'nin sadece bir şair olmayıp aynı zamanda hem bir filozof, hem bir pedagog, hem bir devrimci ve yurtsever olmasıdır. Konuyu uzatmadan kısaca şunu bildirmek istiyorum ki, Xanî de Kürd filozoflarından bir tanesidir ve ele aldığı konular da varlık ve tasavvuf felsefesine dair konulardır.