HÛN BÎ XÊR HATÎN
 
  Ana Sayfa
  Galeri
  Helbest(şiir)
  Adı Kürd Olan
  Dirokan Kurd(Kürd Tarihi)
  Çirok u Efsaneyan Kurd
  Serhildanen Kurd(Kürd Başkaldırıları)
  Filozofên Kurd (Kürt Filozoflar)
  Zerdüştlük
  Dirokan Elewi(Alevi Tarihi)
  Video klipler
  E-Kitap (Kitap indir)
  Seçme Yazılar
  Ziyaretçi defteri
Serhildanen Kurd(Kürd Başkaldırıları)

Ulus Devlet Yapılanması

Ulus Devlet

Ulus, modern çağların kurumsallaşmış siyasi iktidar biçimidir.

Ulus, ulus devletin meşruluk temelini oluşturur. Gerek ulus,

gerekse, ulus devlet türdeş bir bütünlük oluşturur. Bir ulus

devlet yapısı içindeki tüm bireylerin aynı dili konuştuğu yargısı

objektif temelden yoksun salt siyasi içerikli bir yargıdır.

Ulus devlet ve ulusçuluk Amerika kıtasında ortaya çıkışının

hemen ertesinde Avrupalılar tarafından benimsenerek taklit edilir.

Ancak ulusçuluk Amerika'dan Avrupa'ya geçişte önemli bir

değişkenliğe uğrar. Amerika'daki ulusçuluk dil öğesine herhangi

bir siyasiliği yüklemez. Sadece vatan düşüncesi ile bağımsızlık

bilincine bağlı bir ulusçuluktur. Ulusçuluk düşüncesi Avrupa

kıtasına geldiğinde ulusun yayın dili merkezi öneme sahip siyasi

ve ideolojik bir sorun haline dönüşür. Avrupa ulusçuluğunun

belirgin özelliği hayali topluluklar oluşturmak için temel öge

olarak dil birliğini ön plana çıkarmış olmasıdır. Gelişen filolojinin

de yardımı ile yayıncılık devreye girecek ortak dil temeline

dayalı topluluk bilince yerleştirilmeye çalışılacaktır.

Burjuva demokratik devrimlerinin dünya çapında yarattıkları

devrimler, Osmanlı İmparatorluğunu da etkisi altına alır.

Bu devrimlerden Fransızların 1789 burjuva demokratik devrimi

Osmanlı İmparatorluğu egemenliği altındaki halkları etkisi

altına aldı. Bundan, Fransız burjuva demokratik devrimi dünyada

ilk kez ulusal devletlerin doğuşuna öncülük etmiştir.

Tarihte yakınçağ devrine de başlangıç olan bu devrim, Kürtlerin

bir direniş çağıdır. Osmanlı Sultam Yavuz Sultan Selim,

İran içleri, kuzey Irak ve de topraklarının tümünü sunan Kürt

emirlere, tuğrasıyla onaylı Kürt coğrafyasını sancaklara, yarı

bağımsız devletlere ayırıp vermek suretiyle Kürtleri yönetimine

almıştır. Kürt emirlerinin bu yarı bağımsız durumları, Osmanlı

Sultanı II. Abdülhamit dönemine değin asırlarca sürdü.

Sultan Abdülhamit Kürt emirlerin yarı bağımsızlıklarını ülkesinin

bütünlüğüne karşı ayırımcı bir durum olarak görür.

Kürt emirlerine verilen yüzyıllar süren bu haklarını geri alır.

Bunun yerine dini öne çıkarır. Çünkü din unsuru toplumsal birliği

kurma amacına yönelik olarak kültürel yönü ön plana çıkarılarak

dünyevi bir içerikle kullanılması mümkün görülmüştür.

Bunu sağlamak için de Kürt ülkesinde yarı bağımsız emirlikler

yerine şeyhlik, ağalık düzenini getirmiştir. Kürtler bu düzene

tepki göstermiş, taleplerini Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarına

değin çok kanlı direnişler şeklinde göstermişlerdir. Sultanlığın

bu davranışı tek kültürlü homojen bir ulus yaratmaya yönelik

idi. Buna Anadolu'daki diğer halklar da tepkilidir. Kürtler

kültürel farklılıklarını birbirini takip eden çeşitli direnişlerle

ifade etmişlerdir. Direnişte bulunmayan diğer gruplar Kürtlerle

birlikte Anadolu'da kültürel bir mozaik olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Sonuçta, Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra onun

yerine geçerken onda bulunan alt kimlikleri çeşitli etnik, dil,

dinsel grupları olduğu gibi miras almıştır. Fakat imparatorluktaki

üst kimlik, devletin yurttaşına verdiği kimlik Osmanlılık ikenTürkiye Cumhuriyetinde Türklük olarak ortaya çıkmıştır. Bu durumda

alt kimliklerden bir tanesi, aynı zamanda üst kimlik olarak

belirmiştir; Bu durum diğer alt kimlikleri yabancılaştırıcı niteliktedir.

Eğer bu üst kimlik Türkiyelilik olsaydı, bu durum ortaya

çıkmazdı. Çünkü toprak esasına dayalı bu üst kimlik bütün alt

kimlikleri eşit biçimde kucaklayacak ve işin içine etnik, dilsel,

dinsel özellikleri karıştırmamış olacaktı. Oysa Türklük biçimindeki

üst kimlik soy ve hatta dinle tanımlanma eğilimindedir.

Ulusçuluk

Ulusçuluk klasik bir biçimde gerçek ya da yapay bir etnik

grubun ahlaki, kültürel ve siyasi açılardan diğerlerine oranla

üstünlüğünü savunanan bir ideoloji olarak tanımlanır. Bundan,

ulusçuluk 18. yüzyılda ortaya çıkan modern bir siyasi ideoloji

olarak sınıflandırılır.

Devletin temel amacı etkinlik adına son bilimsel teknik ve

yöntemler kullanarak sınırları içindeki nüfûsun idari amacı uğruna

türdeş hale getirmektir. Bu bir asimilasyondur.

Sultan Selim'den tüm içtenlikleri ile yönetime sundukları

ülkeleri karşılığında aldıkları hakların Sultan Abdülhamit tarafından

geri alınmasına karşılık şimdilerde Kürtler, özgür, bağımsız,

yaratıcı yetenekleri ile kültürel haklarını rahatça kullanmayı,

tarihin ilk çağlarından günümüze değin varlıklarını

sürdüren maddi ve manevi kültürlerini geliştirmeyi, bu kültürleri

ile dünya kültürleri içindeki onurlu yerlerini almaları için

gerekli fırsatların verilmesini talep etmektedirler.'11Kürtlerin bu haklı talepleri Lenin'in Barış Bildirgesi ile de

teyit edilmektedir.

Kürt Aydınlanmasının Önünü Açan Leninin

Barış Bildirgesi

Tarihi Barış Deklerasyon'u belgesinde, Lenin'in ilhak kavramına

getirdiği tanımlamaya dikkat çekmek özellikle önemlidir.

Bu tanımlama bizlere, Kürt hareketini nasıl değerlendirmemiz

gerektiğini, verili tarihi dönemde Kürtlerin yurdu, Kürdistan'ın

bağımsızlığı belgesinin yükseltilmesinin tarihsel açıdan

ne denli haklı olduğunu açık ve su götürmez şekilde gösteriyor.

Bu tanımlamada şöyle deniyordu: "Genelde hukuki demokrasi

anlayışına ve somutta emekçi sınıflar bilincine uygun olarak

hükümet, zorla bağlanmanın ne zaman yapıldığına bakılmaksızın,

bununla birlikte zorla bağlanan veya verili devlet sınırları

içinde zorla tutulan ulusun ne kadar gelişmiş veya geri

kalmış bulunduğuna bakılmaksızın, küçük veya zayıf bir milletin,

büyük ve güçlü bir devlete, bu milliyetin tam, açık ve gönüllü

olarak belirtilmiş rızası ve arzusu olmadan bağlanmasını,

yabancı toprakların ilhakı veya ele geçirilmesi olarak anlar".

Bu, Kürtler gibi, Doğu'nun mazlum halklarının kaderi için

büyük önemi olan, devletler hukukunun önemli sorunlarına devletlerarası

ilişkiler tarihinde yepyeni bir yaklaşımdı. Ekim Devrimi,

Doğu'nun mazlum halklarının emperyalizme karşı kurtuluş

mücadelesi için elverişli bir ortam yaratıyordu. Ekim Devrimi,

emperyalizmin sömürge sistemini sarstıktan başka, Sovyet devleti

kişiliğinde ulusal kurtuluş hareketleri için bir kale yaratıyordu.

V.İ. Lenin şunu belirtiyordu: "Doğu halklarının devrim hareketinin

şimdi başarılı gelişme kaydedebileceği, onun yalnız bizim

Sovyet Cumhuriyeti'mizin uluslararası emperyalizme karşıdevrim mücadelesiyle dolaysız bağlantı içinde böyle bir çözüm

bulabilceği, kendiliğinden anlaşılır bir durumdur".

Sovyet Rusya, sömürge halkları ve bağımlı halklar için, onlara

sosyal ve ulusal baskıdan kurtulma mücadelesi yolunu aydınlatan

bayraktan oldu.

Büyük Ekim Devrimi fikirleri kuşkusuz, Yakın ve Ortadoğu'nun

değişik bölgelerine,bu arada, Kürtlerin yaşadığı bölgelere

de ulaşıyordu. Kürt ülkesinin Sovyet Rusya'dan uzak bulunmasına

ve normal haberleşme araçlarının mevcut olmamasına

karşın, Kürt halkı bir çok durumlarda Sovyetler ülkesinden

devrimci olayların seyri konusunda bilgi alıyordu. Somut

olarak İngiliz ajanlarının Güney Kürt bölgelerinden gönderdikleri

haber ve raporlar da bunu kanıtlıyordu.

1917 yılından sonra, Büyük Ekim Sosyalist Devrimi'nin

etkisiyle Doğu halklarının ulusal kurtuluş hareketinde coşkun

bir atılım başladığı zaman, Kürdistan halk kitleleri de kendi

esaretçilerine karşı ulusal kurtuluş mücadelesini etkinleştirdiler.

Kürtler, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki öteki ulusal azınlıklar

gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasından yararlanmak

ve kendi ulusal kaderlerini tayin hakkını kazanmak

uğrunda çaba harcıyorlardı. Bu anlamda "Birinci Dünya Savaşı

ve Türkiye'nin hezimeti, Kürt halkı arasında yeni umutlar

doğurdu."'12

Kürt Aydmlanmasıyla Başlayan Direnişler

 

/) Koçgiri Direnişi

 

1918 yılının sonlan yaklaşırken millici Kürt örgütlenmeleri,

Mustafa Paşa'nın oğlu Alişan, Dersimli Alişer ve Baytan

Nuri'nin yönetiminlerinde (Zara-Divriği-Hafik-Kangal ve

Dersim içlerinde) yoğun bir çalışma içindedir.

Mustafa Kemal, Zara ve Sivas'a geldiğinde, Sivas Valisi

Reşit Paşa'nın aracılığı ile bölgede milliyetçi çalışmaları sürdüren

liderlerle görüşmek ister. Bu görüşmeye Alişan bey gelir.

Mustafa Kemal: "... her ne kadar, ne maksatla çalıştığını

biliroysa da, bunu bir de bizzat liderlerin ağzından dinlemek,

bu nedenle görüşmek istediğini" söyler.

Alişan Bey: "Amerika Cumhurbaşkanı WiIson'un 14 maddelik

prensipleri çerçevesinde Kürdistan'ın büyük bir kısmını

içine alan bir Ermenistan Cumhuriyet'i kurulması tasarlandığını,

bu nedenle Kürdistan'ı savunacaklarını, bu savunmanın gereği

bir takım hazırlayıcı çalışmalar yaptıklarını" bildirir.

Mustafa Kemal: "Wilson prensiplerinin doğu milletlerinin

azmi ve iradesi karşısında paçavra haline geldiğini ve yırtılıp

atıldığını, Dersim-Koçgiri'de ise Ferit Paşa'nın hükümetinin

bir aleti durumunda bulunan Seyit Abdülkadir'den talimat

alınarak çalıştığını" söyler.

Ayrıca bir konuda "Kara Kazım" (Kazım Karabekir) Paşa'dan

aldığı bir şifre telgrafta: "Noel adında bir İngiliz binbaşısının,

Anadolu'da gelişen Kuvayı Milliye Hareketi'ni

durdurmak için Kürdistan'a gönderildiği; Noel'in Bedirhan

ve Cemil Paşa aileleriyle, Elazığ Valisi Galip Bey ile gizli

anlaşmalar yaptığı, oysa Erzurum Kongresi'nde Kürtlerin ve

Kürdistan'ın haklarını savunmak için Kürt aşiret ileri gelenlerinden

yetki aldığını, bu nedenle Dersim ve Koçgiri'nin de

kendisini desteklemesi gerektiğini" iddia ederek, Alişan

Bey'den bu durumu sağlamasını rica eder.

Bu görüşmeden sonra Alişan Koçgiri'ye döner.

Mustafa Kemal, ön çalışmalarını Ankara'da bir "Heyet-i

Temsiliye" toplamakla geliştirirken, Koçgiri'de de milli birhareket için gerekli örgütlenmeler devam etmektedir. Ankara,

Koçgiri ve Dersim ileri gelenlerinin meclise girmeleri taraflarıdır.

Bu nedenle Alişan Bey'in de gelmesi istenir. Ancak

Alişan bu isteği reddeder, Meço Ağa, Diyap Ağa, Mustafa

Bey, Ahmet Ramiz, Hasan Hayri ilk Dersim mebusları olarak

Ankara'ya giderler.

Meclise katılmayan Dersim ve Koçgiri "Aşair Ruesası",

Ankara hükümetinin Kürdistan'ı muhtar idare olarak re'sen

tanımalarını ancak bu şartla meclisi destekleyeceklerini bildirirler.

Oysa aynı günlerde 72 Kürt mebus Ankara Hükümeti

ile beraber olduklarını İtilaf Devletleri'ne bildirmişlerdi. Bu

72 mebusun tavrı, Dersim Koçgiri'de olumsuz karşılanır ve

bir muhtıra ile İtilaf Devletleri'ne Kürt Teali Cemiyeti aracılığı

ile başvuran ileri gelenler, 72 mebusun tavırlarının Kürdistan'ı

bağlamadığım ve genel bir eğilimin ifadesi olmadığını

bildirirler.

Bu yazışmaların tarihi yanı, artık İmparatorluk merkezi ile

irtibatların kesilerek, Ankara Hükümeti'nin muhatap alınmasının

başlangıcı hesabıyla önemlidir. Bundan öte artık irtibat

Ankara ile devam edecektir.

Mısto adındaki bir aşiret reisinin komutasındaki bazı birlikler

Zara'nın Çulfa Ali Karakolu'nıı basarlar (Temmuz 1920).

Baskınlar zincirleme olarak artar ve Sivas-Erzincan arasında

Kangal-Zara ve çevresinin denetimi aşiret birliklerinin

eline geçer.

Eski jandarma komutanı ve Refahiye'ye bağlı Şadan Aşireti

Reisi Paso, Kuruçay'a sevkedilmekte olan cephaneyi götüren

müfrezeye saldırarak cephaneye el koyar ve müfrezeyi

tutsak alır (Ağustos 1920) ve Refahiye'yi işgal ederek fiilen

yönetime el koyarak, hükümet konağına Kürdistan bayrağını

çeker. Bu fiili durum Sivas'taki yetkilileri ürkütmüştür. Olayın

yatışması için Koçgiri aşiret reislerinden Haydar (Alişan'm

kardeşi) Ümraniye'ye yetkili olarak tayin edilir.

Alişan Bey beraberindeki yüze yakın askeri bir birlikle

beraber Kuruçay-Kemah üzerinden Ovacık'a geçer. Ovacık,

Millici unsurların Merkezlerinden biridir ve Alişan burada

saygıyla karşılanır.

Alişan bazı aşiret reislerini de alarak Hozat bölgesine geçer

ve Hozat'ta geleneklere uyarak kutsal sayılan bir yemin

töreninden sonra "mücadelenin sonuna kadar desteklenmesi"

kararı alınır. Bu yemin törenine Seyit Rıza katılmaz. Çünkü,

Seyit Rıza'nın Hozat aşiretlerine güveni yoktur.

Hozat toplantısından sonra Ankara Hükümeti'ne aşağıda

özet olarak yazılan muhtıra gönderilir:

1) Kürdistan Muhtariyet İdaresi'ne muvafakat eden İstanbul

Saltanat Hükümeti'nin bu babtaki kararını Mustafa Kemal

Hükümeti'nin de kabul etmediğinin açıklanması;

2) Kürdistan Muhtariyet İdaresi hakkında Mustafa Kemal

Hükümeti'nin görüş noktasının ne olduğu hususunda aşair

rüyesasına acele cevap verilmesi;

3) Elazığ, Malatya, Sivas ve Erzincan mıntıkaları hapishanelerinde

tutuklu bulunan bütün Kürtlerin derhal serbest bırakılması;

4) Kürt çoğunluğu bulunan mıntıkalardan Türk memurlarının

çekilmesi;

5) Koçgiri mıntıkasına gönderildiği haber alınan müfrezelerin

derhal geri çekilmesi (15 Kasım 1920).

Baytar Nuri'nin babası İbrahim Ağa tarafından kaleme

alınan bu muhtıra Abbasan Aşireti reisi Meço Ağa tarafından

Dersim Mutasarrıfı Rıza Bey'e verilir.

Mutasarrıf Rıza, aynı gece Dersim'i terkederek Elazığ'a

geçer, Elazığ'dan resmi kanallarla durum Ankara'ya bildirilir. Ankara durumu vahim olarak nitelendirmektedir. Elazığ'dan

Dersim'e, Ankara'nın isteği güzerine bir "nasihat heyeti"

gönderilir. Heyet, isteklerini kabul edileceğini, bu nedenle

aşiretlerin itidali muhafaza etmelerini ister. Ancak, heyetin

tavrı, aşiret reislerini inandırıcı değildir. Elazığ vilayeti

aracılığı ile Ankara Hükümeti'ne şu telgraf çekilir:

"Elazığ vilayeti vasıtasıyla Ankara Büyük Millet

Meclisi Riyaseti' ne,

Sevr Muahedesi mucibince Diyarbekir, Elaziz,

Van ve Bitlis vilayetlerindemüstakil bir Kürdistan

teşekkül etmesi lazım geliyor. Binaenaleyh bu teşkil

edilmelidir. Aksi takdirde bu hakkı silah kuvvetiyle

almaya mecbur kalacağımızı beyan eyleriz.

25 Aralık 1920

Garbi Dersim Asair Rüesası

"Batı Dersim Aşiret Reisleri"

Bu telgraf yazılı olarak cevaplandırılmaz. Ancak hükümetin

durumu görüştüğü bildirilir. Ne var ki, bu sıralar Sivas'a

askeri yığınak yapılması hükümetin bu konuda almış

olduğu kararın ne olduğu konusunda yeteri kadar açık bir

bilgi vermektedir.

Koçgiri hareketi geri dönülmez bir biçimde olgunlaşmıştır.

Malatya'nın Arapgir Kazası'na bağlı Drejan ve Atma aşiretleri

ile Divriği'den Parçıkan Aşireti de harekete katılacaklarını

bildirirler.

Bölge kışa girmiştir. Dersim kar altında olduğundan bu

mevsimde yardım gönderemez. Dersimliler Koçgiri hareketinin

ilkbaharında başlamasını uygun görmektedirler. Koçgiri

liderleri de bu düşüncededirler. Bu tasarılara göre Dersim, istiklalini ilan edecektir. Hozat'a

Kürdistan bayrağı çekilecek ve hareket Elazığ-Erzincan

ve Malatya'dan Sivas'a doğru genişleyecektir.

Ankara'nın emrivakiyi kabul edeceği hesaplanmaktadır.

Hareketin başarısından sonrada bütün Kürdistan'ın desteğinin

sağlanacağı umulmaktadır.

Ankara, hareketin olgunlaştığını ve önüne geçilmesinin

hemen hemen mümkün olamaycağını bilmektedir. Bu nedenle

Koçgiri çevresine "mahalli asayişi" temin etmke için askeri

birlikler göndermektedir. Ankara'nın hedefi Koçgiri'yi izole

etmek ve dışarıdan gelecek yardımların Koçgiri'ye girmesini

önlemektir.

Dersim ve çevresi her ne kadar sık sık hükümet tarafına

geçirilmek istenirse de, bağımsızlığını korumaktadır ve Seyit

Rıza tartışılmaz tek liderdir. Ayrıca, Seyit Rıza'nın karargahı

Ağdat'ta, Kürdistan bayrağı dalgılanmaktadır.

Dersim mebusları, Seyit Rıza'ya meclise girmelerinin ve

hükümeti desteklemelirinin asıl amacının "Kürdistan'ın haklarını

hükümete kabul ettirmek" olduğunu ısrarla savunmuşlardır.

Ancak, olayların gelişimi, Seyit Rıza'nın bu propagandalara

pek itibar etmediği yolundadır.

Olayların siyaseti, Seyit Rıza ile birlikte bir kısım aşiret

reislerini öfkelendirmiştir. Seyit Rıza beraberinde büyük bir

silahlı kuvvetle Ağdat'tan Dersim'e iner.

Meclis Riyaseti'ne çektiği bir telgrafta: "... meclisteki mebusların

Dersim'i temsil hakkına sahip olmadıklarını, Dersim'in

müstakil bir idare istediğini, ancak bu milli talebin

Ankara Hükümeti tarafından kabul ve resmen ilanından sonra

Kürdistan'in bir konfederasyon şeklinde hükümetle işbirliği

yapabileceğini" bildirir. Giresunlu Topal Osman'ın yönetimindeki çetenin Seyran

Jandarma Birlikleri ile işbirliği yaparak Kuzey-Doğudan saldırmaları

ile ikinci bir cephe açılır (20 Mart 1921).

Topal Osman Çetesi "Laz alayları" adını taşımaktadır. Ve

Koçgiri ile ilgili tarihi belgelerde bu çetenin sonr derece vahşi

ve barbar metodlarla savaştıkları yazılıdır.

Koçgirili Beko özel olarak bu çete ile savaşmak için görevlendirilir.

Beko, Topal Osman çetesini Refahiye'nin Kayadibi

bölgesinde kuşatır. Ancak, Erzincan'dan gelen 11.

Alay'a bağlı 2. Tabur'un dağ toplan, Topal Osman ve çetesini

kurtarır (25 Mart 1921).

Dersim'in müthiş dağlan ve şiddetli kış nedeniyle aşiretler

Koçgiri'ye yardım gönderememektedirler. Koçgiri'nin çevresi

ise merkez ordusu ve çevreden gelen birliklerle kuşatılmıştır.

Koçgiri izole edilmiştir, yalnızdır.

Sonuç olarak Mart 1921'de gediklerine rağmen Koçgiri

geniş bir arazi üzerinde başarılı bir mücadele vermektedir.

Kemah, Munzur dağlarını aşarak gelen Ovacık birliklerine

teslim olmuştur. Divriği'nin Zımara nahiyesi Mahmut Bey

tarafından işgal edilmiştir. Divriği jandarma taburunun bir

bölümü Dostan ve (Divriği) Kangal aşiretlerinin katılmasıyla

muhasara altına alınmış, emniyet gerekçesiyle "Divriği"ye

girilmemiştir. (20 Mart 1921).

Arapgir'den Divriği'ye gelen bir jandarma müfrezesi teslim

alınır. Kuzeyde ise, Bayburt'tan gelen 11. Alay ile Filik

Ali ve Paso yönetimindeki kuvvetler arasında çetin bir mücadele

devam etmektedir. Hareket sahası Malatya'ya kadar genişlemiştir.

Drejan ve Atma aşiretleriyle irtibat kurulmuş, ancak

her iki aşiret de, Koçgiri'ye yardım etmemişlerdir.

Koçgiri'yi içten bölen ilk hareket, muhbir Ginyan Aşireti

Reisi murat Paşa'dan gelir. Af dileyerek harekete kanlan Mu-rat Paşa, eski bir ittihat ve Terakki Partisi üyesi olup, Ankara

ile uzlaşan ve Ankara hesabına Koçgiri'de bulunan Ağa Acı

ile Yılanlı Dağları'nda gizli bir görüşme yapar. Bu görüşmeden

sonra Murat Paşa saf değiştirerek Koçgiri'ye saldırır.

Yılanlı Dağlan'ndaki görüşmeden sonra Beypınar Nahiyesi'ne

gelen Murat Paşa, Celalli bölgesinde bulunan Seyit

Aziz, Zalim Çavuş ve kardeşi Hasan'ı cephane ve erzak dağıtımı

bahanesi ile konağına çağırtır. Çağırıya uyan üç komutan,

gelenekler gereği silahlarını "misafir odası"nda bırakarak,

"kabul salonu"na geçerler. Ancak kalabalık bir silahlı

grubun saldırısı ile tutuklanırlar.

Murat Paşa, merkez ordusu komutanlığına gönderdiği bir

kurye ile; "Öten beri Hükümete sadık olduğunu, halen de bu

sadakate sahip bulunduğunu, bunun bir ifadesi olarak konağında

esir bulunan üç komutanı Hükümete teslim etmeye hazır

olduğunu" bildirir.

Durum Koçgiri'de kısa sürede duyulmuştur. Baytar Nuri

komutasında bir birlik Beypınar'a giderek, Murat Paşa'nın

tutukluları serbest bırakmasını isterler. Murat Paşa'yı ikna

edebilmek için geceyi Murat Paşa'nın konağında geçireceklerdir.

Ancak Murat Paşa'nın yeğeni Efendi'nin ikazı üzerine

geceleyin konağı gizlice terkederler.

Yeni avlarını elinden kaçıran Murat Paşa, birliğin yeni

kuvvetlerle geri döneceğini ve tutukluları zorla alacaklarını

hesap ederek, aynı gece 200'e yakın bir silahlı grupla, tutukluları

Kangal'da Hükümet kuvvetlerine teslim eder. Kangal'dan

Sivas'a gönderilen Seyit Aziz, Zalim Çavuş ve Hasan

alelacele yapılan bir yargılama ile idama mahkûm edilerek

Sivas'ta asılırlar.

Nurettin Paşa komutasındaki merkez ordusu, Seyit Aziz,

Zalim Çavuş ve Hasan'ın idamlarından sonra önemli liderle-Mili kaybeden Kurmeşan Aşireti'ne saldırır. Aşiret reisi Eymerli

Güzel Ağa'nın ölümü ile Kurmeşan düşer.

Güzel Ağa'nın ölümü ile başsız kalan Kurmeşan Aşireti

birlikleri Koçhisar üzerinden geri çekilirler. Bu geri çekiliş,

Yalıncak ve Karabel Dağları ordu tarafından tutulduğu için,

kısmen Koçgiri ve Zara'ya kısmen de Şadan ve Canbegan

aşiretleri bölgesine doğrudur.

Merkez ordusu, her ne kadar Mustafa Kemal'in söylediği

gibi "bir tedib ve ıslah" hareketiyle görevlendirilmişse de,

Koçgiri'deki uygulama "tenkil"e yönelmektedir. Koçgiri dışında

bulunan aşiretler, Meclis-i Mebusan'da bulunan Kürt

mebusları duruma müdahale etmek için zorluyorsa da bir sonuç

alamamaktadırlar. Yalnızca Dersim'in "ateş birlikleri"

Erzincan-Kemah arasını tutarak, geri çekilen aşiretleri korumaktadırlar.

Murat Paşa'nın saf değiştirmesi ve Kurmeşan

aşiretinin düşmesinden sonra, Ümraniye cephesi komutam

Azamet'in ölümü ile Koçgiri üçüncü bir yara alacaktır.

Savaş, Ümraniye, Koçgiri çevresinde kısmen de Zara'da

devam etmektedir. Topal Osman'ın Laz Alayları, Şebinkarahisar

jandarma birlikleriyle beraber doğudan saldırmaktadır.

Haydar Bey'in konağı imha edilmiştir.

Erzincan'da biriken ordu kuvvetleri ise, Dersim'den gelebilecek

bir saldırı ihtimaline karşı Koçgiri'ye girmezler.

Koçgiri'de ise birlikler çözülmüştür. Hareketin başarı şansı

yoktur artık (24 Nisan 1921). Çözülen birlikler, Nurettin

Paşa'nın bir katliama dönüşebilecek girişimlerinden ürkmektedirler.

Ve kadınlar, çocuklar, Dersim'e doğru yola çıkarılır:

Karargahı imha edilen Haydar Bey, 2000 kişilik bir kuvvetle

beraber Dersim'e çekilmektedir. Kafilenin yolu kuzeydoğuyadır.

Erzincan, yürüyüşü kuşku ile izlemektedir. Haydar

Bey, ise Erzincan'a saldırmayı değil, Erzincan'ın kuze-yinden geçerek Kureyşan Aşireti'ne ulaşmayı tasarlamaktadır.

Herhangi bir aksilik olmazsa, Kureyşan ve Balaban af*

retlerinin yardımıyla Pülümür-Mamahatun geçitlerini aşarak

Dersim'e girebilecektir. Ve beraberindeki sivilleri Dersim'e

bıraktıktan sonra, buradan alacağı yardımlarla yeniden Koçgiri

savaş alanına dönmeyi düşünmektedir.

Ancak, Koçgiri'nin çözülmesinden sonra, bazı aşiret şefleri,

hükümete yaranmak için birbirleriyle yarış halindedirler...

Ve Koçgiri içinden bir darbe daha yiyecek, Kureyşan ve]

Balaban Aşiretleri Haydar Bey'e yardım etmeyeceklerdir.

Haydar Bey ve beraberindekiler, Kureyşan Aşireti sınırlarına

ulaşınca, Aşiret Reisi Kör Paşa, silahlı birlikleriyle beraber

kafilenin yolunu keser ve Dersim'e geçmelerine izin vermeyeceğini,

şayet direnirlerse savaşacağını bildirir.

Haydar Bey, geri döner. Kendisini izleyen hükümet kuvvetleri

ile son derece çetin bir mücadeleden sonra, çemberi

yararak Koçgiri savaş alanına girmeyi başarır.

Kör Paşa'nın davranışını Dersim şiddetle kınar. Ve Seyit

Abbas, Hoyun geçidini, Seyit Rıza'nın yeğeni Zeynel ise Erzincan'ın

Arkegan geçidini tutarak, Haydar Bey'in gelebileceğini

bildirirlerse de, Haydar Bey, Dersim'e gitmekten vazgeçmiştir.

Çünkü, Koçgiri'de cehennemi bir mücadele vardır.

Bu durumda Koçgiri'den ayrılmak hem mümkün değildir,

hem de Koçgiri'nin silahlı birliklere ihtiyacı vardır.

Ordu birlikleri Koçgiri'nin içlerine kadar girmişlerdir ve

iç savaşlarda görülen yağma, talan ve yok etme için akıl dışı

metodlar ve başıbozukluk kontrol edilememektedir. Cephe

komutanlarından bir çoğu öldürülmüşlerdir. Sabit ve Baki

Beyler'de bu ölüler içindedirler. Koçgiri'yi içeriden vura

aşiret reisleri Erzincan'a yaptıklarını anlatarak mükafatlandı

rılmalarını istemektedirler. Meclis-i Mebusan'daki Dersim

Mebusları ise Koçgiri'lileri "şaki" olarak suçlarlar. Nurettin Paşa ile işbirliği yapan Ginyan aşireti reisi Murat

Paşa'nın da işgüzarlağıyla Kurmeşan, Canbegan ve Şadyan

aşiretlerinin büyük bir kısmı yok edilmiştir.

Haydar Bey'in ailesi tutuklanarak Sivas'a gönderilmiş, Sivas

beylerinin aracılığıyla bazı komutanlarla görüşen Haydar

Bey 1000 kişilik bir birlikle beraber ordu merkezine teslim

olmuştur. Ancak 400 kişi hem tutuklanarak Sivas Hapishanesi'ne

gönderilmiş 600 kişi de batıya sürülmüştür. Onlardan

bir daha haber alınamamıştır.

Sivas Sıkıyönetim Mahkemesi, 400 Koçgiriliyi yargılar.

Yargılama sonunda, Haydar, Seyit Aziz Efendi ve 15 kişi vicahen;

Alişer, Baytar Nuri, Mustafa Paşaoğlu Mahmut, Tarbazlı

Meme, Dilo, Sabri ile 95 kişi gıyaben idama (110 kişinin

beraatına), geri kalanların da müebbet ile 5 yıl arasında

değişen cezalara çarptırılmalarına karar verilir. Kararının

açıklanmasından sonra Kürt aşiret reisleri -özellikle Dersimmeclisten

tutukluların affedilmesini isterler. Bir kısım Dersim

birlikleri Koçgiri'lilerle beraber mevzii (genel olmayan)

çatışmalarla affın çıkarılması için baskı yaparlar. Doluca-Yılanlı

dağlarıyla, Beypınar-Zara önlerinde yer yer çatışmalar

sürer.

Mustafa Kemal, Alişer ve Baytar Nuri hariç olmak üzere

tutukluların affını ve Sivas Sıkıyönetim Mahkemesi'nin dağıtılmasını

meclise getirir, meclis, bu öneriyi bütünü ile onaylar.

Durum, Dersim-Sivas ve Koçgiri bölgesine duyurulur.

Tutuklular (bazı kısıtlamalarla) serbest bırakılırlar. Haydar

Bey'in Koçgiri'ye dönmesi yasaklanmıştır. Sivas'ta "mecburi

ikamet"e tabi tutulur. Seyit Aziz Efendi'ye de, Celalli Nahiyesi'nde

gözaltında bulunmak şartıyla ikamet etmesine izin

verilir. Af yalnızca tutuklular içindir. Dersim'de bulunan

Koçgiri'1 iler aftan yararlanamazlar. "Dersim'e sefer olur, zafer olmaz" sözü henüz geçerlidir.

Seyit Rıza'nın karargahı "Ağdat" bağımsız bir ünite olarak

varlığım sürdürmektedir. Öte yandan birlikler sık sık Dersim'den

çıkarak hükümet kuvvetleri ile çatışmaktadırlar. Millet

Meclisi, Dersim mebuslarından bir kısmını, Erzincan mebusu

Hacı Osman Fevzi başkanlığında bir "nasihat heyeti"

olarak Dersim'e gönderir.

Bu sıralarda meclisten ikinci bir af çıkar. Bu af, Baytar

Nuri ve Alişer'in dışında bütün Koçgirili'leri içine almaktadır.

Bu arada Al işan ve arkadaşları da affedilirler.

Mustafa Kemal, Dersim aşiret reisleri adına Seyit Rıza'ya;

gönderdiği bir mesajda "Sükunetin muhafazasını" rica eder.

Hacı Fevzi, Seyit Rıza ve Alişan ile görüşmelerini sürdürmektedir.

Heyete bazı eşraf ve beyler de katılmışlardır.

Görüşmeler Erzincan'ın Kismikör Köyü'nde yapılmaktadır.

Görüşmelere esas olmak üzere hazırlanan 24 maddelik bir

"talepname" Baytar Nuri tarafından okunur.

Erzincan valisi:

"Bu şartların teklif usulü, ancak bir hükümetin diğer bir

hükümetle müzakeresi usulü olduğunu ve bu cihetin nazik

bir mesele bulunduğunu" belirterek, "Dersim'i hükümete

bağlı bir mıntıka telakki etmek şartıyla müzakerelere başlamak

icabedeceğini" iddia eder.

Bu 24 maddede sıralanan istekler, özelte:

"Kürdistan'ın haklarının kabul edilmesi, Koçgiri'ye harp

tazminatı verilmesi, yerli Kürtlerden bir vali tayin edilmesi,

Kürtçe öğrenim için okullar açılması, ... vb'.'dir.

"Talepname" üzerinde ısrar edilir.

Ancak, Koçgiri bir darbe daha yiyecektir. Çünkü, Alişan

Bey "talepname" üzerinde ısrarlı olmamaktan yanadır.

Heyet, Alişan Beyle özel bir görüşme yapar. Bu görüşmede

Alişan'ın Dersim'den çıkması şartıyla Koçgiri'ye yar-dım yapılacağına söz verir. Çoğunluğu Kürtlerden oluşan

bölgelere Kürt yöneticilerinin atanacağı da verilen sözler

arasındadır.

Koçgiri aşiretlerinin birinci dereceden reisi olan Alişan

Bey'in Erzincan'da bulundurulması, Erzincan-Sivas çevresindeki

gerilimli havanın bir direnişe dönüşmesini engellemek

açısından zorunlu görülmektedir.

Seyit Rıza ve beraberindekiler civar köylere dağılırlar.

Seyit Rıza Ağdat'a çekilir. Hükümetle bazı konularda anlaşan

Alişan ve kardeşi Haydar bir süre sonra Koçgiri'ye döneceklerdir.

Hacı Fevzi, Ankara'dan Seyit Rıza'ya göndermiş olduğu

bir mektupta; "İsteklerin prensip olarak kabul edildiğini, Alişan'ın

Refahiye, Haydar'ın da Kuruçay kaymakam vekillerine

tayin edilmelerinin kararlaştırıldığını" yazmaktadır.

Alişan ve Haydar İstanbul'a çağırıldılar, sonra "mecburi

ikamet'e tabi tutulular.

1931 yılında çıkarılan genel aftan yararlanarak Koçgiri'ye

dönen Alişan ve Haydar, Ümraniye'ye yerleştiler. Ümraniye'de

oturdukları eve atılan bir bombanın patlaması sonucu

Alişan öldü. Haydar ise ağır yaralı olarak kurtuldu."

2) 1926 Koçuşağı Direnişi

Elazığ Valisi Ali Cemal, Koçuşağı Sorununu görüşmek

üzere Dersim aşiretlerinden Arslan, Beytan, Pezgevran ve

Maksudan aşiretlerini toplantıya çağırır. Toplantıda Koçuşağı

aşiretine karşı olan harekatta onların desteklerini sağlar. Bu aşiretlerin dışında kalan Dersim aşireti, Türklerle birlikte

bu harekata katılmayacağını bildirir. Bunun yanında Çemişgezek

ve Hozat aşiretlerinin de desteklerini almışlardı.

Koçan (Koçuşağı), Resik ve Şemkan aşiretleri ittifak ve

birlik halindeydiler.

Türk kuvvetleri, 19 Eylül 1926'da alınan karar gereğince

harekete geçer. Komutan Haydar Paşa, bir bildiri yayınlayarak

Koç aşireti ve onu destekleyenlerin silahlarını bırakmalarını,

aksi taktirde üzerlerine yürüyeceğini, silahlarını bıraktıkları

taktirde başka şehirlerde arazi verileceğini vaadeder.

Koçuşağı üzerine altı tane uçak da görevlendirilir.

Türk askerlerine yardım eden birçok aşiret ve milis gücü

belli yerlere yerleştirilerek hazırlıklar yapılır. Ayrıca Arapgir,

Kemaliye milisleri de askerlerle birlikte mevzilenirler.

Munzur geçitlerine ise Kemah jandarma bölüğü yerleşir.

Bir kısım asker de Çemişgezek'te önlem alır. Askeri hazırlıklar

bittikten sonra 6 Ekim'de Pilavtepe ve Eğrek köyünden

saldırıya başlanılır.

Hozat milislerinin Bozan köyüne yaptıkları saldırılar başarılı

olmaz. Bazı aşiretlerle milis gurupları cephane ve yiyecek

olmadığını ileri sürerek geri dönerler.

Vali Cemal, bir miktar cephaneyi Ovacık cephesine yollar.

Ovacık aşiretleri Munzur gözelerinde kararlaştırıldığı gibi bir

cephe kurarlar.

Koçan aşireti güçleri, karşı saldırılarda bulunarak Amutka

bölgesinde Türk birliklerine önemli kayıplar verdirirler. Cephanelerini

ele geçirirler.

Koçanlar, mağralar veya yer altında açtıkları sığınaklarda

barınırlar. Fakat Dersimi i aşiretlerin kendileriyle savaşmasından

dolayı 8 Ekim'de Koçanlar görüşme isteminde bulunmak

zorunda kaldılar. Silahlarını teslim edeceklerini, fakat diğeraşiretlerin saldırılarından çekindiklerinden teslim edemediklerini

ifade ederler.

Güvenceler verilince Koçan aşireti'nin çocuk ve kadınları

Pejgar ve Maksudan aşiretlerinin yerleşim alanlarına yollanır.

Görüşmeler 16'sında kesilir ve tekrar çarpışmalar başlar. Türk

birlikleri takviye edilir. Bu çarpışmada bir uçak düşürülmüştür.

Devletin yayınladığı bildiride, Koçanların bulundukları

yerleri savunamadıklarından Payamlı-Kozluca üzerinden Yılandağı

ve Kırklar Tepesi'ne çekildiklerini yazmaktadır. Koçanlılara

yardım eden Tağar ve Koçulu köyleri yakılır.

Türk komutanlar, yanlarındaki milislerin görevlerini yapmadıklarını,

saldırılarda bulunmadıklarını belirterek ister istemez

kendi askerlerini devreye sokarak çarpışmalara başlarlar.

"Hükümete sadık görünen bu aşiret adamları yiyecek ve

cephane kalmadığını ileri sürerek geri çekilmişler ve bu suretle

yalnız durumda kalan tabur erlerinin manevi kuvvetleri

kırılmış ve tabur 20 Ekim 1926'da bozgun bir vazyette ve kısmen

Tağar Deresi'nin Güney sırtlarına kadar çekilmeye mecbur

kalmıştır."

Ovacık milisleri de devlete yardımcı olmazlar. Bazı saldırılarda

bulunurlarsa da başarılı olamazlar. Türk askerlerinin morali

daha da bozulur ve bazı yerleri terk etmek zorunda kalırlar.

"Hükümete yardım maksadıyla gelen Seyid Rıza ve Ovacık

aşiretleri, yardımdan vazgeçerek Koç Uşaklarına yardım

ve yataklık ederek onları imhadan kurtarmışlardı. Koç Uşaklılar,

onlara Ovacık yolunu korumayla görevli milisler tarafından

parça, parça kuzeye geçirilmiş ve muhtelif aşiretler

arasına dağılmış ve bu suretle imha edilmekten kurtarılmışlardır.

Buda Seyit Rıza'nın yardımıyla olmuştur."**

 

DERSİM DİRENİŞİ

DEVLET'İN 'TUNÇ ELİ' DERSİM'E İNİYOR; SABİHA GÖKÇEN DERSİM'İ BOMBALIYOR
Dersim Direniş Kuvvetleri Kumandanı Seyit Rıza'ın iki büyük yoldaşı Alişer ve Şahin Ağa ihanete uğradı

İlk Cumhuriyet Hükümeti tarafından çıkarılan "Tunceli Kanunu"ndaki amaç Dersim'i adım adım tam egemenlik altına almaktı. Bunun için de "İç Dersim" olarak adlandırdıkları, direnişlerin merkezi olan bugünkü Tunceli il sınırlarının dahiline çok sayıda karakol yapmaya başlandı. İlk inşaatlar Sin, Amutka, Denzik, Haydaran bölgelerinde başladı.


Seyit Rıza ve Alişer karakol yapımlarına ilk karşı çıkan liderlerdi. Bu karşı çıkış Haydaran, Kureyşan, Yusufhan ve Demanan aşiretleri başta olmak üzere pek çok aşiretin toplanmasına neden oldu. İlk toplantıya katılım oldukça yüksekti. Ancak yaşanan tartışmalarda bazı aşiret liderleri fikir birliğine varamadı ve toplantıdan tam bir birliktelik çıkmadı.

Karakolların yapımıyla birlikte kapsamlı bir saldırı yapılacağını sezen Dersim aşiretleri birlikte savaş arayışlarını sürdürürken, Başbakan İsmet İnönü o sırada Meclis'te Şark Seyahati Raporu'nu okuyarak orta kademe generallerden Kazım Orbay ile Abdullah Alpdoğan'ı Dersim'i gezerek inceleme yapmakla görevlendirdi.

Orbay ve Alpdoğan 1936 yılında bu görevi yerine getirirken Mustafa Kemal Meclis'in açılışında şunları söylüyordu:

"Dahili iç işlerimizde mühim bir safha varsa o da Dersim meselesidir. Dahilde bulunan iş bu yarayı, bu korkunç çıbanı ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararların alınması için hükümete tam ve geniş selahiyetler verilmelidir."

Alpdoğan ve Orbay'ın incelemelerinin de sonucuna bakılarak bu konuşmadan bir süre sonra Dersim için en kritik karar verildi: "Korgeneral Abdullah Alpdoğan, sınırsız yetkilerle donatılarak Dersim'in ıslahı için tayin edilmiştir."

Alpdoğan Elazığ'da...

Alpdoğan Elazığ'a varır varmaz Dersimli Askeri Kaymakam Emekli Hıdır ile Palulu Abdurrahman'ı aşiretler arası görüşme girişimlerinde kullandı. Bu girişimlerden birinde Seyit Rıza, Elazığ'da Abdullah Alpdoğan'la görüştü. Seyit Rıza bu görüşmeden sonra Nuri Dersimi'ye Türk ordularının Dersim'le başa çıkamayacağını, fakat her ihtimale karşı kendisinin bir an önce Türkiye dışına çıkarak durumu büyük ve adil devletlere bildirmesini istedi. (Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, s. 263).

Alpdoğan bu arada Seyit Rıza'nın yeğeni Rayber'in varlığından haberdar olmuş ve Binbaşı Şevket'i Dersim'e göndererek Rayber'i görüşmeye çağırmıştı. Alişer bu görüşmeye karşı çıktı. Ancak Rayber, Alpdoğan'la görüştü. Alpdoğan bu görüşmede Rayber'e bir çok vaatte bulundu ve hemen orada bir miktar para verdi. Karşılığında istediğiyse amcası Seyit Rıza'ya karşı cephe almasıydı. Rayber bunu kabul etti.

Ve amansız savaş başladı

1937'nin ilkbaharıydı. İlk saldırı, savaş uçakları eşliğinde silahsız bölgelere yapıldı. Ardından Yusufhan aşireti üzerinde yoğunlaştı. Saldırılarda siviller katlediliyor, kadınlara tecavüz ediliyordu. Yusafhan katliamına ilk müdahaleyi Fındık Ağa yaptı ve Türk birliklerini önemli ölçüde geriletti. Bu arada Mazgirt bölgesinde çatışmalar başlamıştı. Savaşa kısa sürede Baytiyar, Abasan, Corin, Karabal, Haydaran, Demanan aşiretleri de dahil oldu. Devlet bunun üzerine Erzurum ve Erzincan kolordularını bölgeye sevketti, Diyarbakır'dan 7. Kolordu Uçak Karargahı'nı Elazığ'da konuşlandırdı ve Batı illerinde seferberlik ilan etti. Bu arada Dersimliler bir Türk tankını imha etmişlerdi.

Savaşın ağırlık merkezi Seyit Rıza üzerindeydi. Ancak Nuri Dersimi'nin anlattığına göre, savaş planlarını Alişer yapıyordu. Bu nedenle Alpdoğan'ın asıl hedefi öncelikle Alişer'i imha etmekti. Alpdoğan bunun için, bir süre önce satın aldığı Rayber'i görevlendirdi. Rayber on beş gün içinde savaşa katılıp bazı aşiretlerin güvenini kazanmakla birlikte Alişer'in de güvenini kazandı.

Alişer ile Zarife'yi öldürdü

Seyit Rıza'nın karargahı Halvori-Vank bölgesinde, Alişer'in ise Ağdat'ta Tujik Dağı eteğindeydi, ailesi de yanındaydı. Rayber sık sık Alişer'le görüşüyordu ve Seyit Rıza'nın bütün planlarını biliyordu. Bu planlardan biri de, daha fazla kan dökülmemesi için Alişer'in Rusya, İran veya Irak'a iltica ederek Fransa ve İngiltere hükümetlerinin aracılık etmesini sağlamaktı. Rayber, Alişer'in savaş bölgesinden ayrılmasından bir gün önce sekiz arkadaşıyla birlikte Alişer'e misafir oldu. Ve o gün, takvimler 9 Temmuz 1937'yi gösterirken, Rayber, 75 yaşındaki Alişer ile eşi Zarife'yi öldürüp başlarını keserek Türk ordusuna teslim etti... Ki yiğit bir savaşçıydı Zarife... Alişer ile Zarife'nin katledilmesi hem Seyit Rıza'yı hem de diğer aşiretleri derinden etkiledi. Bu durum, Türk birliklerine karşı daha derin tepkilerin gelişmesine ve bazı birlikte hareketlere neden oldu. (Nuri Dersim, Kürdistan Tarihinde Dersim, s. 269).

Türk askeri birlikleri Dersim'i kuşatmıştı, ormanlar ateşe verilmiş, yangınlar büyümüş, Seyit Rıza dara düşmüştü. Kureyşan aşireti ile Bahtiyar aşireti Seyit Rıza'nın yardımına ilk koşanlardı. Savaşı artık Bahtiyar Aşireti Lideri Şahin Ağa yönetiyordu. Savaş bütün şiddetiyle devam ediyordu. Bahtiyar ve Kureyşan aşiretlerinin kadınları ve kızları tecavüze uğramamak için kendilerini uçurumlardan aşağıya, Munzur ve Harçik sularının "kurtarıcı derinlikleri"ne bırakıyorlardı.

Türk birliklerinin havadan ve karadan saldırısı, Seyit Rıza'nın bulunduğu Laçinan Deresi'nde yoğunlaştı. Günlerce süren bu saldırıda Seyit Rıza sağ kurtuldu; ancak tüm direnişe rağmen ailesi ve yoldaşlarından 33 kişi katledildi.

Devletin Dersim'i tamamen yok etme politikasını gören aşiretler bir toplantı yaptı. Toplantıda Yusufhan, Demenan, Haydaran, Şıx Hesenan, Kalan, Karakoçan, Kewan, Lolan, Keçelan, Qozan, Bahtiyar aşiretleri birliktelik kararıyla çıktılar. Seyit Rıza'ya yakınlığıyla bilinen Kureyşan ise devletin yanında yer aldı. Halvori-Vank arasında yapılan bu toplantıda liderler kutsal Munzur Suyu'na birer taş atarak birlikte direniş yemini ettiler ve savaşa topyekün devam kararı aldılar.

Şahin Ağa'ya ihanet sona gidişti...

Bu karardan sonra aşiretler kendi cephelerinde topyekün savaşa girdiler. Savaşın stratejik noktalarından biri Hozat bölgesiydi. Hozat'ı Bahtiyar Aşireti Lideri Şahin Ağa öncülüğündeki birlikler savunuyordu. Devlet güçlerine karşı sürdürülen güçlü savunma sürecinde Yusufhan aşireti karar değiştirerek devletin yanında yer aldı. Bu, diğer aşiretler arasında moral bozukluğuna neden olsa da, Dersim'i asıl yenilgiye uğratan sürecin son başlangıcı Şahin Ağa'nın "süt kardeş" ihanetine uğraması oldu.

Tarih 9 Ağustos 1937'ydi. Şahin Ağa savaşın yorgunluğunu atmak için bir söğüdün gölgesine uzanmıştı. Uykusu derindi. Uykusunun derinliğini, sürekli yanında olan süt kardeşi Lılo Hıdır iyi biliyordu: Şahin Ağa uykusunun en derin yerinde dişlerini gıcırdatırdı. O sırada da öyle yaptı. Korgeneral Alpdoğan tarafından satın alınmış olan Lılo Hıdır, Şahin Ağa dişlerini gıcırdatınca derin uykuda olduğunu anladı ve silahını Ağa'nın şakağına dayayarak ateş etti. Ardından başını keserek Hozat'a götürüp Türk askeri kuvvetlerine teslim etti.

Seyit Rıza'nın, Alişer'den sonra en güvendiği lider olan Şahin Ağa da ihanetle katledilince Dersim'in özgürlüğünü savunması giderek zayıflıyordu. Ancak aşiretlerden çoğu herşeye rağmen direniyor, savaşıyor ve devlet kuvvetlerine önemli zaiyatlar veriliyordu. Seyit Rıza bu yoğun çatışmalar içinde yeni cepheler açma, direniş dışı kalan aşiretleri savaşa katma planları yaparken, Erzincan'dan beklenmedik bir elçi geldi. Elçiyi Erzincan Valisi bizzat göndermişti ve elinde bir mektup vardı. Vali mektupta şöyle diyordu:

"Eğer bana yetişirsen, senin can güvenliğinisağlayacağıma ve şartlarını görüşebileceğime inanmanı isterim". Hayli uzun olan ve güvenlik teminatı içeren mektuptaki barış görüşmeleri davetini dikkate alan Dersim Direniş Kuvvetleri Kumandanı Seyit Rıza yoldaşlarıyla birlikte Munzur Dağları'nı aşıp 5 Eylül 1937 günü Erzincan'a ulaştı.

KATLİAMA KATILANLAR ANLATIYOR

'Tek emir vardı: İmha edin!'

SABİHA GÖKÇEN (Dersim Savaşı'nda Pilot, Atatürk'ün Manevi Kızı)

"Eskişehir'de Tayyare Alayı'nda staj gördüğüm günlerden birinde uçuştan indiğimde bölükteki fevkaladelik dikkatimi çekti. Hemen sordum. Bizim bölüğün Dersim Harekatı'na katılma emrinin geldiğini söylediler. Kalbim küt küt atmaya başlamıştı. Derhal bölük kumandanımıza koştum. (...) O da alay komutanına gönderdi. (...) Özel müsade lazımdı. (...) Hemen Çankaya'ya koştum. Atatürk beni karşısında görünce, önce hayret etti. Arzumu anlamıştı. Daha doğrusu kendisine isteğim iletilmişti. Bu bakımdan ben daha birşey söylemeden Atatürk konuşmaya başladı. (...) "Bak Gökçen, seni çok takdir ederim. Orada da görevini başaracağına inancım tam. Ancak çarpışacağın insanların eline düşersen, sana fena muamele etmelerinden korkarım. Buna çok üzüleceğimi bilirsin." Ben, 'Emin olunuz, kendimi onlara diri diri teslim etmem' dedim. (...) Hedef doğrudan Dersim'di. (...) 37 sonralarına doğru Pertek bölgesinde bir köprü yapılmıştı. Atatürk onun açılışı dolayısıyla gelmişti. Arazide geziler yapıyordu, ben gösteriyordum burası şudur, burası budur diye..."

MUHSİN BATUR (Emekli General):

"Günlerden bir gün emir geldi, tren yoluyla Elazığ'a vardık, oradan da ilk durak Pertek olmak üzere harekete geçtik. İki aya yakın Dersim'de görev yaptım. Okuyucularımdan özür diliyorum ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum." (Muhsin Batur; Anılar, Görüşler, Üç Dönemin Perde Arsası, s. 25)

A. DEMİRTAŞ (Dersim Savaşı'nda Er, Karslı):

"Köylüleri topluyorduk bir araya, 'Sizleri kurtaracağız' uygun gördüğümüz yerlere götürüp makineli tüfeklerle tarıyorduk. Kadın, bebe, ihtiyar, genç demeden hepsini öldürüyorduk. Subaylar 'Hiçbir Alevi'yi sağ koymayın öldürün' diyorlardı. Daha sonra cesetlerin başına erler kurtlar gibi üşüşüyorlardı, kollarını sıvazlayıp altınları kapmak için hırsla bir yarış başlıyordu. kolları parçalayarak, keserek altınlar kapışılıyordu. Hatta altın dişler bile sökülüyordu. Velhasıl bu tür şeyler yapıldı. Bugün Kars'ta Dersim zenginleri var. Bunların zenginlikleri oradan kalma. Bir gün 4-5 yaşlarında bir çocuğu komutan bana göstererek 'öldür' dedi. 'Ben yapmam' deyince yüzbaşı rütbesindeki komutanım çocuğu ayağından tuttu, güçlü kuvvetli elleriyle yanı başındaki taşlara başı gelecek şekilde kaldırıp, kaldırıp vurmaya başladı. O an hafızamı kaybetmişim. Hava değişimi verdiler. Bir daha Dersim'e yollamadılar. Çünkü her şey bitmişti.

HULUSİ YAHYAGİL (Dersim Savaşı'nda Albay):

"1938'de bizi Dersim isyanın önlenmeye ve bastırmaya memur etmişlerdi. İsyan dedikleri şey de bazı dağ köyleri o yıl vergi vermemişti. Bize verilen emir ise tek kelime idi: 'İmha'. Vergi vermedikleri için yok etmek. Bu düşünceyi, bu uygulamayı kim yapabilir? Zorbalar insanlık suçunu işleyenler. Elbette vergi işin bir yönü; gerçek neden Dersim'i Türk'leştirmekti. Ben kıta komutanıydım, bize verilen emir 'Canlı hiçbir şey bırakmayın' şeklindeydi."

SECAETTİN (Dersim Direnişi'nde Rütbeli Asker. Musa Anter askerliğini yaparken Anter'in Bölük Komutanı. Anter'e anlatıyor.):

"Dersim'de temizlik harekatına başlamıştık. Bir mağarada bir aile bulduk. Dede, baba, anne ve 5-6 yaşlarında bir çocuk. Büyükleri orada süngüleyerek temizledik. Çocuğun ağzınladan bir şey alırız diye öldürmedik. Çünkü biz Dersimli yetişkinlerin ağzından bir şey alamıyorduk. Onları hemen kesiyorduk. Çocuk korkmasın diye anasını, babasını ve dedesini keserken onu uzaklaştırdık. Çocukla dost olmaya çalışıyorduk. Yemek verdik, şeker verdik, yemiyordu. Bir ara üzerimizden bir uçağımız geçti. O, tuttuğumuz ve kasılı vaziyette bulunan çocuk hemen gerildi, bir sopa aldı ve tıpkı bir tüfek gibi uçağımıza nişan aldı. Bu hareketine oldukça kızmıştım. 'Temizleyin bu küfür***i' diye emir verdim. Askerler süngülediler ve kayalıktan aşağı attılar."

DERSİM'İN BİN YILLIK DİRENİŞ TARİHİ - 3

1937- Türk birlikleri Dersim'e girdi. Hozat'ın Bahtiyar, Yukarı Abbas, Karabal ve Ferhat aşiretleri, Nazimiye'nin Haydaran, Mazgirt ilçesinin Demenan ve Yusufan aşiretleri direnişe geçti. 21-22 Mart 1937 gecesi Pax Köprüsü Demenan ve Haydaran aşiretleri tarafından yıkıldı, karakol basıldı.

1937 - 3 Mayıs'ta Hava Kuvvetleri uçak filosu hava harekatına başladı.

1937 - Alişer ile Zarife 9 Temmuz günü Rayber tarafından vuruldu, başları kesilerek Türk birliklerine teslim edildi.

1937 - Bahtiyar Aşireti Lideri Şahin Ağa 26 Ağustos'ta süt kardeşi Lolo Hıdır tarafından öldürüldü, başı kesilerek Hozat'a götürüldü.

1937 - 5 Eylül 1937'de Seyit Rıza Erzincan'da tuzağa düşürülerek tutuklandı.

1937 - Nuri Dersim'i 11 Eylül'de yurt dışına çıktı.

1937 - Genelkurmay Başkanlığı birliklerin 22 Ekim'den itibaren garnizonlarına dönmelerini emretti.

1937 - Seyit Rıza ile birlikte tutuklu olan 11 yoldaşına 10 Kasım günü idam cezası verildi.

1937 - Seyit Rıza ve yoldaşları 15 Kasım'ı 16 Kasım'a bağlayan gece Elazığ Buğday Meydanı'nda idam edildi.

1937 - Alişer ile Zarife'yi öldüren Seyit Rıza'nın yeğeni Rayber ve oğlu, Genelkurmay'ın emriyle Teştek'te kurşuna dizildi.

1938 - Gençleri askere almak üzere 2 Ocak'ta Dersim'de bulunan jandarma müfrezesi imha edildi, Mercan karakolu basıldı.

1938 - Türk ordusu ilkbaharla birlikte Dersim'e yeni ve kapsamlı bir harekat başlattı.. Ağır top, uçak ve tank eşliğinde girilen Dersim'de binlerce insan kurşunlarla öldürüldü, binlercesi de evlere doldurularak yakıldı.

1938 - Ağustos ayına kadar süren katliamdan arta kalanlar batı illerine sürgün edildi.

1948 - Dersim sürgünleri, bu yıl ilan edilen bir aftan yararlanarak yurtlarına, Dersim'e geri döndü.

 

 

-************************

Miralay Halis tarafından Ümraniye'de yakalanan bir kısım

silahlı Kürtler yargılanmak üzere Zara'ya sevkedilirler. Aşiret

birlikleri tutukluları götüren müfrezeye Yazı-Hacı bölgesinde

saldırarak tutukluları kurtarırlar. Miralay Halis'in bazı baskı

metodlarına başvurması ve bu olay nedeniyle tansiyonu yükselen

aşiret birlikleri civar yolları kontrol altına alarak Miralay

Halis'e kayıtsız-şartsız teslim olmasını aksi takdirde doğacak

olaylardan sorumlu olmayacaklarını bildirirler.

Miralay Halis teslim olmayacağını, ancak Sivas'a dönmek

için kendisine yol verilmesini ister. Aşiretler bu isteği reddederler.

Ümraniye kuşatılır. Bir gün süren silahlı bir çatışmadan

sonra Miralay Halis ve süvari alayını teslim alınırlar.

Ümraniye'de kurulan "Divan-ı Harp"ta Miralay Halis yargılanarak

ölüme mahkûm edilir ve ceza kurşuna dizilmek suretiyle

yerine getirilir. Alayın diğer subay ve erleri ise, birer

terhis vesikası verilerek serbest bırakılırlar.

Hareket, Ümraniye'den Koçhisar'a atlar. Kangal bölgesi;

Çarek-Gini-Zaza, Canbel ve Şadan Aşiretleri kuvvetlerinden

oluşan birliklerle bir savunma hattı olarak hazırlanır.

Divriği'nden Havo Nahiyesi'ne kadar gelen bir jandarma

bölüğü, Alişan Bey'in oğlu İzzet tarafından esir alınır. Kadınların

büyük bir kısmı silahlıdırlar ve cephede savaşmaktadırlar.

Diğer bir kısmı ise cephane ve erzak taşımaktadırlar.

1921 yılının ilk aylarında Kangal, Divriği, Zara, Refahiye,

Kuruçay ve Kemah, Dersim sınırlarına kadar Koçgiri birlikle-rinin egemenliği altındadır. Ovacık aşiretlerinden 2500 kişilik

bir kuvvet, ayaklarında kar üstünde yürümeyi kolaylaştıran

"hedik" ve "lakan" denilen ayaklıklarla Munzur dağlarını aşarak

Kemah'a girmeyi başarırlar. Hükümet konağı ile bazı ağaların

malikhanelerini yakarak Kemah'ı işgal eden Ovacık birlikleri

Kaymakan ve Jandarma Komutanını tutuklarlar.

Ovacık kuvvetleri, Refahiye, Divriği ve Koçhisar'ın Celalli

nahiyesini geçerler. Bunun üzerine Bakanlar Kurulu'nun verdiği

tam yetkiye dayanarak (13 Mart 1921) Merkez Ordusu,

"kısmi seferberlik" ilan eder. Bütün jandarma Alayı, Sivas'tan

Koçhisar'a; 32. Süvari Alayı Tokat'tan Sivas'a; Erzincan Jandarma

ve milis kuvvetleri de Refahiye'ye gönderilir.

Bey başkanlığında gönderdiği bir heyetle Kürtleri oyalayıp

askeri hazırlıklar yapıyorlardı. Diğer taraftan Murat Paşa

askeri komutanlığına gönderdiği bir kurye ile "Öteden beri

Hükümete sadık olduğunu, halen de bu sadakate sahip bulunduğunu,

bunun bir ifadesi olarak konağında esir bulunan üç

komutanı Hükümete teslim etmeye hazır olduğunu" bildirir.

Nurettin Paşa komutasındaki merkez ordusu, Kurmeşan Aşireti'ne

saldırır. Bu aşiret çeşitli yönlere doğru dağılır.

Murat Paşa'nın saf değiştirmesi ve Kurmeşan aşiretinin

düşmesinden sonra, Ümraniye cephesi komutanı Azamet'in

ölümü ile Koçgiri üçüncü bir yara daha alacaktır. Savaş, Ümraniye,

Koçgiri çevresinde kısmende Zara'da devam etmektedir.

Koçgiri'nin çözülmesinden sonra, bazı aşiret şefleri, hükümete

yaranmak için birbirleriyle yarış halindedirler. Nurettin

Paşa ile işbirliği yapan Ginyan aşireti reisi Murat Paşa'nın

da işgüzarlığıyla Kurmeşan, Canbegan ve Şadişan aşiretlerinin

büyük bir kısmı yok edilmiştir. Haydar Bey 1000 kişilik

bir birlikle beraber ordu merkezine teslim olmuştur. Ancak

400 kişi hemen tutuklanarak Sivas Hapishanesi'ne gönderil-miş 600 kişi de batıya sürülmüştür. Bu olaydan sonra Koçgiri'de

genel bir çözülme başlamıştır.

General Alpdoğan, Seyit Rıza'ya gönderdiği mektupta,

komutanlığı adına görüşmeler yürütmeye razı oluduğunu bildirdi

ve ateşkese gidilmesini önerdi. General Alpdoğan'ın

sözlerine inanan Seyit Rıza, görüşmelerde bulunmak üzere

Erzincan'a gitti, ama orada hemen tutuklandı ve mahkemeye

verildi. Seyit Rıza mahkemede, Kürtlerin bağımsızlığı uğrunda

mücadele verdiğini, ulusun özgürlüğü, yüksek çıkarlarının

sağlanması dışında bir başka amacı olmadığını belirtir.

Elazığ askeri mahkemesi 10 Kasım 1937 günü, Kürt ayaklanmacılara

karşı kararlarını açıkladı. Ayaklanmanın önderi

ve 11 yakın eylem arkadaşı idam cezasına çarptırıldılar. Seyit

Rıza, küçük oğlu Refik Hüseyin, Yusufan aşireti reisi Kamber

Ağa, Krueşan aşireti reisi Seyit Hüseyin Ağa ve diğerleri,

18 Kasım 1937 günü Elazığ'da asıldılar.'''

 

4) Şeyh Said Direnişi

 

Direnişin başlarında Şeyh Said Xınıs Solxan köyünde

oturmayı uygun bulmadığıdan, tarikat ve şeyhliğinin en çok

yayılmış bulunduğu Genç Darahene'nin Zaza aşiretleri arasına

gitmek istedi ve 30.12.1924'te Hınıs'tan çıkıp, Şuşar bölgesine,

12.01.1925'te Cabakçur'a ve 15.01.1925'te Darahini

vilayet merkezine geldi. Bu bölge, tarikat ve şeyhliğinin en

çok yayıldığı Zaza aşiretlerinin bölgesiydi. Öteden beri merkezi

yönetimin haksız davranışlarına karşı diş bileyen Zazalar,

fazla bir teşvike gerek görmeksizin Şeyh Said'in emrine

katıldılar. Şeyh Said gezisini Lice ilçesine ve Hani nahiyesinden Diyarbekir

merkezine 30 km. mesafede Piran köyüne kadar

uzatmıştı.

Şeyh Said'in hareketini adım adım izleyen merkezi yönelim,

Şeyh'in daha fazla kuvvet toplamasına meydan bırakmamak

amacıyla Piran köyünde hareketi, doğmadan boğmak istediğinden,

ilk önce bir jandarma birliği, Piran köyüne gelerek

Şeyh'in emri altında bulunan bazı Kürtler'i yakalamak istedi.

Şeyh, direniş hazırlıklarının tamamlanmasından önce bir hareket

yapılmasını istemediği için, birlik kumandanından bu

Kürtler'e dokunulmamasını bizzat rica etmiş ve sonucun korkunç

olacağından şüphe ettiğini söylemişti. Birlik kumandanı

ise, Şeyh'in nüfuzunu ve konumunu sarsmak ve maiyetini dağıtmak

için talimat almış olduğundan, talebinde ısrar etmişti.

İşte bu nedenle ve Şeyh'in istek ve iradesine karşın, tüfek

patlamış ve 08.02.1925'te Şeyh Said'in yanında bulunan kardeşi

Abdülrahim, birlik kumandanı subayı ve emrindeki askerleri

Piran merkezinde öldürmüştü. Yukarıda da değinildiği

gibi, Şeyh Said, direniş hazırlığı tamamlanmadan erken yapılan

bir direnişin zararlarını bildiği için, olayın yerel bir konumda

kalması düşüncesiyle derhal olay yerini terkederek

uzaklaşmış ve Hani yoluyla tekrar Genç ve Darahini taraflarına

gitmek istemişti. Olayı Hani'de haber alan Kürtler Şeyh

Said Hani'ye ulaşamadan direniş bayrağını kaldırmış ve hükümet

memurlarıyla jandarmaları tutsak almışlardı. Direnişin

başladığını gören Şeyh Said "kader böyleymiş" diyerek direnişin

yönetimini eline almak zorunda kalmıştı.

14.02.1925'te Darahini vilayeti işgal edilmiş ve valiyle

Türk memurları tutsak edildikten sonra, Modan aşiret lideri

Faki Hasan, Darahini valisi tayin edilmiş ve acele bir kanun

yapılmıştı. Bu kanun hükmüne göre Darahini; Kürt direnişinin geçici

merkezi olarak tesbit edilmekte, her Kürt mücahit olarak nitelendirilerek.

Şeyh Said maddi ve manevi bütün kuvvetlerin

temsilcisi kabul edilmiştir.

Sözü geçen kanuna göre, bütün vergiler ve merkezi yönetimden

alınmış ve alınacak askeri tutsaklar Darahini'ye getirilecekti.

Kanun, Şeyh Said tarafından imza edilmişti.

Mıstan ve Botan Zaza aşiretleri Lice merkezini işgal etmiş

ve Hani Boğazında devlet güçlerini tepeleyerek Şeyh Abdülrahim

kumandasındaki kuvvetlerle 29.02.1925'te Ergani'yi,

Maden'i ve Siverek kazalarını işgal etmişlerdi. Diğer bir kısım

Kürt kuvveti de Diyarbekir'i kuşatmıştı.

Diyarbekir'i kuşatan Kürt kuvvetleri, ordu müfettişi, Kazım

ve Kolordu Kumandanı Mürsel Paşa'lardan şehrin teslimini

istemiş ve beş gün süren kuşatmadan sonra 02.03.

1925'te şehir üzerine şiddetli saldırıya başlamışlardı.

Surlardan şehre giren Kürt mücahitleriyle devlet güçleri

arasında kanlı çarpışmalar olmuştu.

: Bu sırada Mardin ve Siverek üzerinde güçlü devlet güçleri

harekete geçmiş ve çok şiddetli çarpışmalar sonucunda

27.03.1925'te Kürtler geri çekilmek zorunda kalmıştı.

Çan şeyhlerinden Mustafa ve İbrahim 17.02.1925'te Cabakçur'u

işgal ederek, Çanlı Şeyh Hasan kaymakam olarak

atanmıştı. Aynı kuvvetler Varto'yu da işgal ederek işgal alanlarını

genişletmeye çalışıyorlardı. Bu kuvvetlere karşı 8. Kolordu

hücuma geçtiysede, Kürt kuvvetleri bu orduyu da çetin

ve engebeli bölgelerde pusuya düşürerek yenmek üzereyken,

Karâr ve Varto havalisinde bulunan Xormek ve Lolan Kürt

aşiretleri liderleri arkadan saldırarak devlet güçlerinin galibiyetini

sağlamışlardı.

Hizanlı Halit Bey'in kuvvetleri, Solxan, Varto, Malazgirt

ve Muş havalisini tamamen işgal etmiş ve Erzurum'a doğruyürümeye başlamıştı. Bir koldan da Ağrı ve Bitlis üzerine

saldırıya geçilmiş 19.02.1925'te Şerefettin dağlan aşılarak

Karlıova'ya inilmişti. Halit Bey, topladığı büyük Kürt kuvvetleriyle

19.03.1925'te Muş'a saldırıya başlamıştı. Tam bu

günlerde Cibranlı Halit Bey ve Yusuf Ziya'nın Bitlis'te idam

edildikleri haberi alınmış ve bu haberi alan Kürtler

23.03.1925'te Arpaderesi'nde yaptıkları şiddetli çarpışmalar

sonunda, devlet güçlerinin bir kısmını tutsak almışlar ve öldürmüşlerdi.

Fakat birlik kumandanı Osman Paşa, 8. Kolordu'dan

aldığı takviye kuvvetlerle, yönetim yanlısı Xormek

aşiret liderlerinin oluşturdukları milis kuvvetleri sayesinde

tekrar saldırarak, önemli başarılar elde etmeyi başardı.

08.01.1925'te 8. Kolordu'da Erzurum'dan direniş alanına

hareket etmişti. Bu sırada Bitlis havalisindeki bir kısım Kürt

aşireti ve Varto yöresindeki Xormek ve Lolan aşiret liderleri,

merkezi yönetimin aldatmacasına kapılarak Kürt direnişçilerini

arkadan vurarak onları geri çekilmeye mecbur bırakmışlardı.

Öteden beri aralarında düşmanlığı destekleyen merkezi yönetim

aldatmacıları yüzünden, Xormek ve Lolan aşiretleri liderlerinin

bu direnişlerde Cibran ve Hesenan aşiretlerine vurdukları

darbe, Kürt tarihinde acı bir anı olarak anılmaktadır.

Osman Paşa, Xormek Aşireti'nin kılavuzluğunda 34. Alay

kumandanı Talat kumandasındaki devlet güçlerini Malazgirt'e

sevketmiş ve Şirvan bölgesindeki yönetim yanlısı Kürt

aşiretleri, Lolan ve Bitlisli Motkan aşiretlerinin de devlet

güçlerine katılmasıyla yapılan çetin direnişler sonunda, Hesenanlı

Halit Bey ve Ali Rıza"kuvvetleri Doğu'ya doğru çekilmek

zorunda kalmışlardı.

Tam bu sıralarda, Karaköse'deki devlet güçleri, Van bölgesindeki

Heyderan ve Ademan Kürt aşiretlerinden aldıkları

yardım kuvvetleri ve özellikle Muradiyeli yönetim yanlısıYusuf'un takip ve tertibiyle meydana gelen kanlı direnişler

sonunda, Hesenanlı Halit Bey, İran'a çekilmeye ve arkadaşlarıyla

beraber Mako kasabasına sığınmaya mecbur olmuştu.

İran hükümeti bu sığınmayı kabul etmedi ve askeri kuvvetle

engel olmak istedi. Mülteci Kürtlerle İranlı askerler arasında

çarpışmalar oldu. Mako kaymakamıyla Halit Bey'in oğlu

Şemsettin, Şeyh Said'in oğlu Abbasettin, Zergan aşireti lideri

Kerem ve bir çok arkadaşları ve bir kısım İran askerleri de

çarpışmalarda ölmüştü.

Hesenanlı Halit Bey ve Ali Rıza, Mako çarpışmalarından

sonra kuvvetlerini çekmeye ve Kürt aşiret reislerinden Simko'ya

sığınmaya mecbur olmuşlardır.

Hesenanlı Halit Bey, 1926 yılının ilk baharında, yeniden

direnişe geçmek üzere Malazgirt'e dönmüş, hükümet birlikleriyle

bir çok başarılı çarpışma yapmış ve bir gece Şervanşeyh

köyünde dinlenmeye çekildiği sırada bazı yönetim

yanlısı Kürt liderleri kılavuzluğuyla hükümet birliği tarafından

tutuklanarak 31.07.1926 tarihinde Diyarbekir'de idam

edilmiştir.

Gökdereli Şeyh Şerif ve Yado kuvvetleri, Palu'yu işgal

ederek buradaki aşiretlerin de katılmasıyla 05.03.1925'te

Elaziz vilayetini ele geçirdiler.

Elaziz halkı tamamen Kürt direnişçilere katılmış, Şeyh

Şerif, Huseynik merkezinde Dersimli Hasan Hayri'nin evine

misafir olmuştu. 06.03.1925'te Elaziz merkezine gelen Şeyh

Şerif, Müftü Mehmet Efendi'yi Elaziz valiliğine atamış ve

Hasan Hayri'yle birlikte Dersim'e geleceğini bildiren bir

telgraf çekmişti.

Bu sırada Hüseynik'te cephane depolarında çok büyük bir

pallama olmuş ve halktan pek çok kimsenin ölümüne neden

olmuşlu. Bu olay Kürt kuvvetleri önderleri arasında bir anlaş-mazlığa neden olmuştu. Bu anlaşmazlık gitgide bir anarşiye

dönüşmüş, Şeyh Şerifle Yado arasında anlaşmazlığa dönüşmesi

engellenememiştir. Kürtler arasında ortaya çıkan bu ayrılıktan

faydalanan Kazım Paşa emrindeki devlet güçleri, Malatya'dan

Elaziz'e doğru saldırıya geçerek, Kürt kuvvetlerinin

Diyarbekirle irtibatlarını kesmeye ve Şeyh Şerif kuvvetlerini

Palu istikametine doğru geri çekilmeye mecbur bırakmaya çalıştı.

Kürtlerle işbirliği yapan Elaziz soylu aileleri, bu defa da

devlet güçleriyle işbirliği yaparak onları izlemişti.

Palu ovasında çetin direnişler olmuş ve 2 Nisan 1925'te

Mendo boğazında Kazım Paşa birliği Kürt direnişçileri tarafından

kuşatılarak tutsak alınmak üzereyken, yetişen devlet

güçlerinin baskısı sonucunda, Kürt kuvvetleri 08.04.1925'te

Cabakçur'a çekilmek zorunda kaldı ve Şeyh Şerif bazı yönetim

yanlısı Kürtlerin kılavuzluk etmesi sonucunda yakalandı.

Zaza Yado kuvvetleri ise, hükümet güçlerinin çemberini yararak

Cabukçur dağlarına çekilmeyi başarmış ve buralarda direnişe

devam ederek 1927 yılı başlarında Suriye'ye sığınmışlardır.

Elaziz Beyler'inin devlet güçlerine yardım etmeleri, kendilerini

kurtaramamış ve Kürtler yenildikten sonra, Elaziz'in

ileri gelenlerinin hepsi ihanetle suçlanarak İstiklal Mahkemesi'ne

sevkedilmişler ve Elaziz halkının bir çoğu ve bütün aydınları

Batı vilayetlerine sürülmüşlerdi.

Merkezi yönetim Ali Saip ve arkadaşları Mazhar Müfit ve

Süreyya aracılığıyla Harput'ta Palu ve Cabakçurlu 400 Kürt

gencini idam etmişti.

Şeyh Said ve Melekanlı Şeyh Abdullah kuvvetleri, 03.01.

1925'te Solhan ilçesinde 8. Kolordu'yla şiddetli direnişler

yapıyordu.

Direniş, Eşek Meydanı'na doğru ilerlemiş ve 12. Fırka'nın

35. Alay kumandanı Kaymakan Galip, emrinde olanyönetim yanlısı Xormek ve Lolan aşiret liderlerinin kuvvetleriyle

Şerefettin dağlan eteklerinde çarpışıyor ve 12. Fırka'da

arkadan Boğlan gediğini kuşatmaya almış bulunuyordu. Güneyde

ilerleyen devlet güçleri de 06.04.1925'te Darahene'yi

kuşatmışlardı.

Şeyh Said kuvvetleri Boğlan'a geldiğinde devlet güçlerini

ezerek, 21.01.1925'te Muş Ovası'nın Murat köprüsüne gelmiş

ve 34. Alayla kanlı bir çatışmaya girmiş ve sonuçta Varto

yönünde geri çekilmişlerdi.

Şeyh Said, Derik bölgesinden, Varto'nun Abdürrahman

Paşa köprüsünden ve Bulanık üzerinden İran'a geçmek düşüncesindeydi.

Fakat arkadaşı Cibranlı Binbaşı Kasım adındaki

yönetim yanlısı Türk taburlarıyla işbirliği yaparak Şeyh Said'i

tuzağa düşürmüştü. Cibranlı Kasım yaptığı plan gereğince

hemen teslim olmuş ve Şeyh Said'le arkadaşlarından İsmail,

Melekanlı Şeyh Abdullah, İbrahim, Hüseyin, Boğlanlı Haci

Halit, Cibranlı Hunozadelerden Mehmet, Reşit ve diğerleri

köprü üzerinde Devlet güçleri tarafından tutuklanmışlardı.

Her ne kadar Şeyh Said kuvvetleri devlet güçlerine karşı

ateş açmışsa da, devlet güçlerinin sayı üstünlüğü karşısında

geri çekilmişlerdi.

Osman Paşa, Varto'ya getirilen Kürt direnişçilerini bir birlik

askerle Çabakçur'a ve oradan Diyarbekir İstiklal Mahkemesi'ne

göndermiştir.

Garzan'daki Fencinarak ve Reşkotan aşiretleri de ayaklanarak,

Batman köprüsü üzerinde, devlet güçlerinden iki alay

askerini yenmiş ve onları imha etmişlerdi.

Kazım Paşa kumandasındaki 2. Fırka, Cemil Cahit kumandasındaki

12. ve 18. fırkalar ayaklanma bölgesine gelerek,

direnişe geçmişlerdi. Hiçbir taraftan yardım görmeyen

Kürt kuvvetleri, dağlara çekilmek ve bir çok Kürt direnişçisi

de Suriye ve İrak'a sığınmak zorunda kalmıştı. Şeyh Said direnişi bahane edilerek, Kürdistan Teali Cemiyeti'nin

başkanı Seyid Abdülkadir ve oğlu Seyid Mııhammed,

Palulu Sadi, Bitlisli Avukat Kemal Fevzi, Diyarbekirli

doktor Fuad, Avukat Muhammed ve daha başkaları, Diyarbekir

İstiklal Mahkemesi tarafından idama mahkum edilerek,

Diyarbekir'de idam kararları infaz edildi.

Şeyh Said ve 17 direnişçi aşiret lideri de, Diyarbekir'de 4

Eylül 1925'te idam edilmişlerdir. Yalnız Cibranlı soysuz ve

yönetim yanlısı binbaşı Kasım, serbest bırakılmış ve ihanetine

ödül olarak kendisine Anadolu'da toprak verilmiştir.

Direniş nedeniyle tutuklanan Diyarbekirli Cemilpaşazadelerden

Kadri, Ekrem, Memduh, Muhittin, Ahmet ve diğer

birçok aydın da yargılanarak, bunlardan bir kısmı ağırlıklannca

altın karşılığında kefalet kararıyla serbest bırakılmış ve

yalnız Ekrem onbeş yıl hapse mahkûm edilerek Kastamonu

hapishanesine gönderilmişti.

Hınıs'ta açılan Askeri Savaş Divanı'da yüzlerce Kürt hakkında

idam cezası vermiştir/6

 

 

5) Ağrı Direnişi

 

Türk Cumhuriyeti, Kürt coğrafyasında parça, parça da olsa

egemenliğini yeniden sağladıkça, göç ettirmeyi gerekli

gördükleri aşiret üyelerini batı illerine sürgüne yollamaya

başlar.

Bro Hesko Tello'ya da sürgün kararı alınınca karşı çıkar

"Ben devletin yanında olduğum halde neden sürgüne yollanıyorum"

der. Askerler kendisini almaya gelince de yönünü

Ağrı Dağı'na çevirir, karara karşı koyar.

 

Bir ağa için sürgüne gitmek çoğunlukla güç ve otoritesinin

bitmesi demekti. Ayrıca sürgün onursuzluk olarak değerlendiriliyordu.

Devletin amacı belliydi. Kürt coğrafyasında

kendi egemenliğini oluşturmak için direniş odağı olabilecek

tüm kurum, kuruluş ve kişiler ya ezilmeli ya da sürgüne yollanmalıydı.

Bro, Türk devletince susturulamayınca büyür. Ulusal bir

karakter kazanır.

Bro Hesko Tello'ya karşı görevlendirilen Türk birlikleri

ilk çarpışmada yenilgiye uğrar. Askerler Beyazıt'a çekilir.

Alay komutanı yenilgi nedeniyle Sarıkamış'a yargılanmak

üzere yollanır. Mayıs ayındaki bu yenilgiden bir ay sonra bu

sefer yeni bir tedip yapılır. Daha büyük kuvvetlerle saldırıya

geçen Türk birlikleri, bu sefer Ağrı Dağı'ndaki önemli tepeleri

tutar. İki alay ve bir tümenin katıldığı bu çarpışmalarda

Bro Hesko Tello İran tarafına geçmek zorunda kalır.

Türk devleti bir türlü direnişi yenemeyince başka bir

plan yapar. Bro Hesko Tello ile görüşür fakat direnişten

vazgeç iremez.

Merkezi Suriye'de bulunan Kürt Hoybûn Cemiyeti "Türk

ordusunda görev yapmış eski bir subay olan İhsan Nuri'yi

Ağrı'ya göndermeyi başarır. Mustafa Kemalle bir sınır anlaşmazlığı

olan İran Şah'ı Ağrı'nın batı yakasına mevzilenmesi

ve buradan kısa süre içinde Türk birliklerine saldırması için

İhsan Nuri'nin İran'dan geçmesine izin verir. İhsan Nuri, çok

sayıda aşiret reisini ve devlet baskının kurbanlarını çevresinde

toplamaya başlar. Fransızlarda, Hoybûn'un harekete geçmesine

göz yumacaklarına ilişkin söz verir. Ne var ki kurtuluş

için İhsan Nuri'ye yardım etmesi gereken Suriye Kürtleri,

bu amaçlarına ulaşamaz. Türklerle uzlaşan Fransızlar da

Kürtlere dirsek çevirir." ihsan Nuri, Beyazıt yöresine zorlukla gelir. Direniş kısmen

de olsa yaygınlık kazanmaya başlayınca Türkler birbiri

ardına yeniden heyetler yollamaya başlarlar. Amaçları onları

direnişten vazgeçirmekti. Direnişin yaygınlık kazanmasından

korkuyorlardı.

İhsan Nuri, çeşitli aşiretlerle ilişki kurmaya çalışır. Ayrıca

yanında Taşnak Ermenilerinin temsilcisi de görevli olarak

bulunmaktadır.

İhsan Nuri, Türk İslahat heyetlerinden sürgünlerin durdurulmasını,

gidenlerin geri dönmelerine olanak tanınmasını ve

kapsamlı bir affın çıkarılmasını ister. Türk yetkililer verdikleri

sözlerin çok az bir kısmını hayata geçirir. Direnişçiler bu

nedenle silahlarını bırakmazlar. Bir defa bırakılan silahın yeniden

ele alınmasının çok zor olduğunun bilinciyle hareket

ederler.

Ağrı isyanı, Şeyh Sait Ayaklanmasının hemen sonrasında

başladığı için gerekli etkiyi yapamaz. Çünkü devlet çok ciddi

bir saldırı, sürgün yapmakta, yani devlet sorunu sınırsız uygulamaktadır.

Kürt aşiretleri atadan kalma geleneksel dağınıklıklarını

sürdürmektedirler. Örgütsüzlüğün, yılgınlığın

egemen olduğu yıllarda, Ağrı Direnişi gereken açılımı yapamaz.

Ağrı Direnişi'ne Hoybûn önderlik etmeye çalıştı. Fakat,

Hoybûn önderleri Suriye Kürt bölgelerinden dışarı çıkamadılar.

Bir kaç kez Mardin bölgesinden Kuzeye bazı silahlı gurupların

girme çabalan da başarısızlıkla sonuçlandı.

İhsan Nuri, Ağrı'da gazete çıkarır. Fakat okuma yazmanın

çok sınırlı olması ayrıca dağıtım zorluğu nedeniyle gerekli

etkiyi yaratamaz. Ağrı'nın çevresinde ki bölgelerde yapılan

çalışmalar ise çok sınırlı etki yapar.

Ağrı'da ki direniş uzun yıllar Ankaraca etkisiz hale getirilemez.

Direnişi kırmak için iki sefer af çıkartılır. Ama yine

de istedikleri sonucu alamazlar. "Hoybûn'un etkisini ve propagandasını yok etmek için

Ankara hükümeti sürgün işlemini durdurarak genel bir af ilân

etti. Bu arla; affın ilan edilmesinden sonraki üç ay içinde teslim

olan sürgünlere ülkelerine geri dönme izni verilerek, hükümetin

emirleriyle, İstiklâl Mahkemeleri tarafından cezaya

çarptırılan Kürt yurtseverleri affedildi."

Hoybûn, İranla bu aşamada savaşmanın doğru olmayacağına

karar vererek, direnişçilerin İran'dan bir üs olarak yararlanmasını

ister. Nitekim Kürt savaşçılar başlan sıkıştığında

sık sık İran'a geçerler. Türk yöneticiler İranla olan sorunlarını

halletmenin yollarını ararlar. İran'ın da istediği buydu. Sonuçta

İran'la Türkiye arasındaki sınıra ilişkin bazı sorunlarını

hallederler. Ağrı dağı bölgesinde İranlılar bazı köyleri Türkiye'ye

verir. Karşılığında ise Van bölgesinde, bazı köyleri

Türkler İran'a bırakır. Böylelikle ortak düşmanları olan Kürt

direnişçilerinin etrafı çevrilmiş olur. Geriye Türk askeri harekatı

yani Osmanlıca söylenişiyle "tedip" kalıyordu.

Değişik kaynaklara göre sayısı, 30 ile 60 bin arasında değişen

Türk ordu birlikleri, 1930'un baharıyla birlikte saldırılarına

başlar. Türk saldırıları sonbahar boyunca devam eder.

Direniş kırılır. Direnişe katılsın-katılmasın çok büyük katliamlar

Kürt aşiretlere uygulanır.

İhsan Nuri, İran'a sığınır. Bro Hesko mücadeleyi bırakmak

istemez. İhsan Nuri'nin kadın ve çocuklardan dolayı

İran'a sığındığını ileri sürerek mücadeleye devam etmek için

"ayak bağı" olduklarını düşünerek bazı çok yakın akrabalarını

öldürmesi ilginçtir. İbrahim Hesko Tello bir süre daha savaşa

devam ettiysede, bir gün nereden geldiği belli olmayan

bir kurşunla katledilir.

"Tarafsız kalacağına yemin etmiş olan Şah Rıza'ya gelince,

sınır sorunu Türkler tarafından çözülür çözülmez, Kürtle-ri kuşatmaları için Türk birliklerinin topraklarına girmesine

izin verdi."'"

Kürt Aydınlanma Dönemi Direnişlerine Karşı Harekat

İbrahim Paşa Olayı (1909)

1908 yılı sonunda Dersim'den İstanbul'a dönen Ferit Ali

Paşa, Harbiye Nezareti'ne, Neşet Paşa ordularının yenilgisi

hakkında genel bir rapor vermiş ve Dersim'deki gözlemlerinin

sonucu olarak, bu bölgeye yeniden ordular gönderilerek

İslahat yapılmasını (Kürtler'in imhasını) bildirmişti.

15 Mart 1909'da Müşir İbrahim Paşa, Dördüncü Ordu kumandanlığına

tayin edildi ve Dersim'in imha projesi de kendisine

verildi.

İyi talim görmüş ve mükemmel donanımlı, dolgun kadrolu

9 piyade taburuyla 2 batarya top, 1 süvari alayı ve 1 muhabere

takımından oluşan kuvvetlere harekete hazırlık emri verilmişti.

Erzincan'da bulunan yedinci ve sekizinci nişancı taburlarıyla

diğer iki tabur ve Erzurum, Muş, Xozat ve Kızılkilise'de

bulunan beş tabur da hareket için seçilmişti.

30 Haziran 1909'da Gexi'de bulunan taburun Pülümür'a,

Diyarbekir ve Harput'taki taburların da Dersim'e hareketleri

emredildi. İbrahim Paşa, 20 Temmuz 1909'da Erzincan'dan

hazırlanan kuvvetleri bizzat kendi kumandasına alarak, Sultan

Şeydi istikametinden Dersim'e doğru hareket etti. Munzur

dağlarının Mercan boğazından geçti ve Xozat kumandanlığı

vasıtasıyla Dersim aşiretlerine bildirimde bulunarak, yapılmakta

olan askeri hareketlerin yalnız Ovacık aşiretlerinekarşı yapılacağını ve diğer hiçbir aşirete saldırılmayacağım

bildirdi.

İbrahim Paşa'nın ordusu ilk önce oniki saatlik bir vadi

olan mercan boğazından hiçbir engele uğramadan geçti. 22

Temmuz 1909'da Ovacık'ın Hopık mevkiinde karargah kurarak,

ilk önce aşiretlerin silahlarını toplamak için gereken ihtarı

yaptı, fakat İbrahim Paşa'nın ileri karakol birlikleri Aslan

ve Beytan aşiretleri Kürtler tarafından imha edilerek Paşa'nın

istekleri reddedildi.

Ovacık köyleri halk tarafından tamamen boşaltılarak aşiretler

dağlara, ormanlara ve vadilere çekildiler, önemli çete

kuvvetleri de ordu karargahının arkasını sardı. Mercan boğazından

başka hiçbir geçit yeri olmadığından, arkadan gelen

erzak, cephane ve yardım kollarının orduya ulaşması engellenmeye

başlanmıştı. Mexsudan, Şemikân, Resıkan ve diğer

aşiretler de, Xozat ve Ovacık arasında savunma hattı oluşturmuş,

Diyarbekir ve Harput'tan Dersim merkezine gelen taburların

İbrahim Paşa kuvvetleriyle birleşmelerini engellemeyi

başaiTnışlardı. Sözü geçen bu kuvvetlere geriden erzak

ve cephane gelecek yollarda kesilmişti. Osmanlı ordusu, onbeş

gün erzaksız kaldığından ümitsiz bir duruma düşmüştü.

İbrahim Paşa bazı Kürt aşiret reislerinden yardım alarak

işe yaramaz ve kullanılmaz bir kaç yüz silahı toplatmıştı.

Bunun üzerine İbrahim Paşa ordusu 15 Ağustos 1909'da

Dersim'den Erzincan'a çekilmiş ve ordu karargahını Pülümür'ün

güneyinde Panceras civarına kurarak hâlâ savunma

halinde bulunan Heyderan ve Demenan aşiretlerini de tatmine

çalışmıştı.'18Kürt Direnişlerinin Sürekliliği

Kürtler 1800'den bu yana ulusal hak ve özgürlüklerine

ilişkin taleplerini Kürt coğrafyasının çeşitli bölgelerinde ve

değişik zamanlarda direnişlerle öne çıkarmışlardır. Bu direnişler

salt yukarıda sıralanan direnişler değillerdir. Bu direnişler:

İzzeddin Yezdan Şer Hareketi, Bitlis Direnişi, İbrahim

Paşa olayı (1909), 1926 Koçan Direnişi, Şeyh Sait Direnişi,

Nehri Direnişi, Raçkotan ve Raman Tedipleri, Bro Hesko

Tello'nun Direnişi, Mutki Direnişi, Bişar Direnişi, Sason Direnişi,

Irak'ta Mahmut Berzenci Direnişi, Koçgiri Direnişi, Irak'ta

Barzani Direnişi, Mehabad Cumhuriyeti Olayı; bunların

dışında, Abbas, Mirsa, Muşlu Emin Paşa, Mir Mahmut,

Nehrili Abdullah bu direnişlerdendir.

 


Gündem  
   
Dersim  
   
Zap Haber  
 
 
Mesenger  
 
 
Bugün 2 ziyaretçi (3 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol