HÛN BÎ XÊR HATÎN
 
  Ana Sayfa
  Galeri
  Helbest(şiir)
  Adı Kürd Olan
  Dirokan Kurd(Kürd Tarihi)
  Çirok u Efsaneyan Kurd
  Serhildanen Kurd(Kürd Başkaldırıları)
  Filozofên Kurd (Kürt Filozoflar)
  Zerdüştlük
  Dirokan Elewi(Alevi Tarihi)
  Video klipler
  E-Kitap (Kitap indir)
  Seçme Yazılar
  Ziyaretçi defteri
Seçme Yazılar

ADIM SEYİD RIZA




Adım Seyid Rıza. Dersimli’yim. Dersim’in meydanında resmimin taşınmasına bile tahammül edemezler. Demek ki hala yaşıyorum ve demek ki darağacının gölgesinde dediğim gibi, hala dert olmaktayım onlara.

Ne zaman doğmuşum bilmiyorum, anam başka söylerdi, yaşlılar başka. Ama ne zaman öldüğüm aşikardır. Tam 71 yıl önce, 18 Kasım 1937′de Elaziz’in Buğday meydanında çekildim darağacına.

Adım Seyid Rıza. Memleketim Dersim’i gördünüz mü hiç bilmem. Görenler bilir, görmeyenlere derim; bir görseniz, bakmaya doyamaz, ayrılmaya kıyamazsınız. Üzerine bunca türküler yakılması hiç boşuna değildir. Dört dağın içinde efsaneleriyle, yiğitlikleriyle anılır Dersim. Munzur çağlarken coşkunca, çağıltısı ninni olur bebeklerimize. Ve biz yeni doğan çocuklarımızın kulaklarına hep direngen isimler fısıldarız.

Dersim, dostuna kucak açması, düşmanına ateş saçmasıyla bilinir. Asidir. Bu yüzden ki yiğitler mesken eylemiştir Dersim dağlarının doruklarını. Sıkı sıkıya bağlıdır Dersimliler birbirlerine. Buna ister hısımlık, hemşehrilik deyin, ister dayanışma. Ki bunun esası, Dersimliliğin doğru kavranmasıdır; ne abartıp yüceltmeli, ne göklere çıkarmalı, ne de yok sayılmalıdır. Herşey kararında, yerinde olmalıdır.

Dersim, çok zulüm gördüğünden derelerinden kan akmış bir memlekettir. Salt 1937-38′de görmedik bu zulmü. Dedelerimiz, atalarımız, pirlerimiz her daim zulme maruz kaldılar, asıldılar, vuruldular. Lakin yine de başeğmez memleketin başını öne eğdirememişlerdir. Bizden önce, en yakında Alişer ayaklanmış idi. Yıl 1920′ydi. Sonra Koçgiri, sonra Şeyh Sait. Devlet, ayaklanmaları bastırmak için baskının, zorun ve kanın dışında bir yöntem tanımadı.

1935′ti; bizi denetim altında tutabilmek için “Tunceli Kanunu” çıkarıldı. Dersim ismimizin nesi vardı ki, adını Tunceli koymak isterlerdi, ki bu belki de meselenin esası idi. Basit bir isim değişikliği değil, ırkçılığın kendini dayatmasıydı. Bu kanuna dayanarak devlet erkanı ve askeriye, baskılarını artırdı, ellerindeki sınırsız yetkiyi, halkıma zulmetmek için kullanmaktan çekinmedi. Dersim’in sarp arazisine yollar açtılar. Bahtımız mı açıldı yollarla? Yo, hayır. Amaç, operasyonlarını daha rahat sürdürebilmekti. Binalar diktiler; evsizlere ev olsun diye değil, askeriye barınsın diye.

Ta Osmanlı’dan yana bize dilimizi yasaklamış idiler. Dilimizden, bağımsızlık, özgürlük gibi düşüncelerden vazgeçip kendilerine biat edelim istediler. Oysa biz, Munzur gibi asi çağlamaktayız ve bundan vazgeçemeyiz.

Nice beyler, paşalar, padişahlar geldi geçti. Hepsi de seferler eyleyerek, vurup kırarak, asıp keserek sözümüzü dinletiriz sandılar. Lakin yanıldılar. Yiğitlerimiz vurulup boylu boyunca uzansa da toprağımıza, düştükleri yerlerde direngen filizler, bindallı yasemenler boy verdi.

Adım Seyid Rıza. Birdir adım Dersimle. Hasanan aşiretindenim. Hasanan, Haydaran, Koçgiri, Demenan, Yusufhan, Şıx Hasenan, Kalan, Karabalan, Kewan, Keçelan, Bahtiyaran, Kozan, Kureysan aşiretleri olarak birleştik. Birlikte mücadeleye karar kıldık. Birleştiğimiz için tez zamanda yayıldı direnişimiz. Dersim toprağında yine isyan boyverdi.

Önce Pah köprüsünü yaktık; zalimin yollarını keselim diye. Elimizde çokça silahımız yoktu lakin, inanç silahımız sağlamdı. Haklıydık. Üstelik vuruştuğumuz bu toprakların evlatlarıydık. Aylarca isyana durduk, defalarca vuruştuk. Vurduk, vurulduk.

Dilimizi konuşalım diye, boyun eğmeyelim diye, çocuklarımıza onurlu bir ad ve de ana dillerinde bir ad bırakalım diye dövüştük.

Başımızın üstünden kurşunlar uçtu. Uçaklardan bombalar atıldı üstümüze. Dayanın yiğitlerim, bugün kavga günüdür, bugün namus günüdür.

Adım Seyid Rıza. Dersim’in ak pak tarihinin temsilcilerinden biriyim. Biz sözümüzün eri insanlarız. Ne yaptıysak, savunmuşuzdur. Ve söylediğimiz gibi de yapmışızdır. Lakin, zalimin kalleşliğinin sınırını, daha doğrusu sınırsızlığını öğrenemedik, göremedik. Çağrılı olduğumuz görüşmeye vardığımızda, taktılar kelepçeyi bileklerimize. Beni ve dostlarımı, yoldaşlarımı asmak için göstermelik bir mahkeme kurdular. Aralarında kardeşim ve oğlumun da olduğu can yoldaşlarımı ve beni, aynı gün asmak için darağaçlarını hazır ettiler önceden.

Ben yalan ve hilelerinizle baş edemedim.
Bu bana dert oldu.
Ben de karşınızda diz çökmedim.
Bu da size dert olsun.

Diyerek çıktım üç ayaklı sehpaya. Cellatlara bırakmadım ölümümü.

İdam sehpaları hep halkın görebileceği yerlere kurulur. Halk görsün, bilsin ve korksun isterler. O halde bize de bu oyunu bozmak düşer. Nasıl ki kuşanıp silahı çıktıysam dağlar başına, namusluca vuruştuysam, şimdi yine öyle cüretli, öyle kararlı, öyle namuslu olmalı, halkıma isyanıma yaraşır bir ad ve gelenek bırakmalıyım. Dost düşman bilmeli Dersim’e sefer olup zafer olmayacağını. Belki isyanımız yenildi zamanın behrinde; lakin tarih önünde alnımız ak, başımız diktir yine de. Adım Seyid Rıza; dünden bugüne çağrım geçerlidir hala.


 

Tek kelimelik Kürt meselesi
AHMET ALTAN

Aynı ülkenin vatandaşıyız.

Aynı topraklarda yaşıyoruz.

Peki, hepimiz eşit miyiz?

Hadi, daha net soralım.

Türklerle Kürtler eşit mi?

Hiç duraksamadan “tabii ki eşitiz” diyecekler olacaktır.

Ne kadar eşitiz biz Kürtlerle?

Türkler Türkçe konuşuyor, Kürtler Kürtçe.

Devletin resmî dili ne?

Türkçe.

Demek dilde eşit değiliz, ülkede yaşayan bir grubun dili “devletin resmî” dili, diğer büyük grubun dili “resmî” değil.

Ülkede eğitim hangi dilde yapılıyor?

Türkçe.

Kürtçe eğitim yapan okul var mı?

Yok.

Kürtçe eğitim yapan üniversite var mı?

Yok.

İngilizce, Fransızca bile eğitim yapılabilir ama Kürtçe yapılamaz.

Demek, eğitimde de eşit değiliz.

Anayasaya göre bu ülkenin vatandaşlarına ne deniyor?

Türk.

Kürtlere ne deniyor peki?

Onlara da Türk deniyor.

Kürtler, Türk mü?

Değil.

Niye onlara da Türk diyoruz öyleyse?

Çünkü anayasa öyle emrediyor.

Anayasaya göre, bu ülkenin “Kürt” vatandaşı Kürt olabilir mi?

Olamaz.

Demek anayasaya göre de eşit değiliz.

Dilde eşit değiliz, eğitimde eşit değiliz, anayasada eşit değiliz.

Peki, nerede eşitiz?

Askere giderken eşitiz, Kürt Türk ayırımı yapmadan herkesi askere alıyorlar.

Vergi verirken eşitiz, Kürt Türk ayırımı yapmadan herkesten vergi alıyorlar.

Demek ki devlete karşı “sorumluluklarımızda” eşitiz.

Ama devletten aldıklarımızda eşit değiliz.

Sizce bu hakkaniyete uygun mu?

Adamı askere götür, vergisini al ama dilini, eğitimini, anayasal eşitliğini kabul etme.

Sonra da “sorun ne” diye sor.

“Sen niye mesele çıkartıyorsun” diye kız.

Adamları öldürüp kuyulara at, sokaklarda vur, hapishanelerde işkence yap.

Bu tabloya baktığınızda sizce “Kürt sorununun” temeli ne?

Bence bu sorunun bir tek nedeni var.

Eşitsizlik.

Bir halkın diğerini esir gibi görmesi.

“Benim ırkımı, benim dilimi, benim üstünlüğümü kabul edeceksin” demesi.

Biz niye Kürtlerle eşit değiliz peki?

“Eşit olursak, aynı hakları verirsek ülkemiz bölünür” diyorlar.

Kimin ülkesi bölünecek?

Bizim ülkemiz.

Biz kimiz?

Türkler.

Kürtler kim peki?

Burası onların da ülkesi değil mi?

Cevap hazır, “elbette onların da ülkesi.”

Peki, burası “hepimizin” ülkesi de neden ülkeyle ilgili korkularımız “eşit” değil?

Biz “bölünürüz” diye korkuyoruz da, Kürtler neden “bölünürüz” diye korkmuyor?

Aynı ülkenin “ortak sahiplerinin” o ülkeyle ilgili ortak korkuları olması gerekmez mi?

Biz korkuyoruz çünkü Kürtlere “eşit” davranmadığımızı, onları esir gibi gördüğümüzü ve onların buna bir son vermek isteyebileceğini düşünüyoruz.

Bir ülkedeki iki büyük halktan biri diğerine hâkimiyetini zorla kabul ettirmeye kalkarsa sürekli olarak “bölünmekten” korkar.

Sonunda da bölünür zaten.

Kürtlerin dili de resmî dillerden biri olsa, onlar da Kürtçe eğitim yapsa, anayasa onlara zorla “Türk” demese Türkiye’de Kürt sorunu olur mu?

Olmaz.

Öyleyse sorunun çözümü belli.

Üstelik kolay ve basit.

Eşit oluruz, sorun biter.

Niye sorunu bitirmiyoruz?

Çünkü “eşit” olmak istemiyoruz.

Peki, “biz neden Kürtlerle eşit olmak istemiyoruz?”

Türkleri Kürtlerden daha üstün kılan ne?

Daha kalabalık olmak ve bir orduya sahip bulunmak mı?

Silah mı yani?

Siz silahı baştan ortaya koyarsanız, dağlarda silah patlamasına niye şaşıyorsunuz?

Siz silahı ortadan kaldırın, zorla “efendilik” taslamayın, dağda silah filan kalmaz.

Sorun da kalmaz.

Ama önce tanrının ve kulun önünde “eşit” olmayı kabul edin.

 

Gündem  
   
Dersim  
   
Zap Haber  
 
 
Mesenger  
 
 
Bugün 5 ziyaretçi (9 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol