Kaçağım
Eşkiya aşklar yaşarım durmadan
Kaşla göz dağla uçurum arası konar göçerim
Sürgünlüğümü yurtlanmaz yerleşik sevdalar
Sığsın isterler defnelerim küçücük saksılarına
Yetmez dağbaşlarının teslimiyeti istenir
Ya katlim ya ihanetim
Bilmezler bir başka yol olduğunu
Yani ben eşkiya her yanı pusu
Gözlerindeki dumanlı dağlara sevdam
Zülfünde gölgeye sığınmam bundandır
O zaman keyif çatarım silah diye
Sevdanın doruğuna
Buzullar erir nehirler yatak değiştirir
Sevdalarını ışıklarında yıkarlar
Sonrada yürekleri seslerinde
Gürül gürül akarlar
Çıplak suretleri dağbaşları resmeder
O dem iklim değişir hüzün olur
Yüreğimden gayrısına sır vermediğim doğrudur
Kaçaklık bu
Hadi gel şahrud’um dağlara gövde verelim
Göğsüm tahtasının altı ol
Yoksa vuracak beni hasretim bir tenhada
Yakışırmı bir kaçağa ecel eliyle ölmek!!
Hayat denen sonsuzluğun
Karşısında bir çocuğuz
Düşe kalka büyürken
Kalkamayız bir çoğumuz
Bu hayat böylemi olur
Düşen hep yerde mi kalır
Gün olur belin doğrulur
Kim n’olacak belli m’olur
Ama bitmez yolculuklar
Belki biraz canın yanar
Düştüğün yerde doğrulup
Başlar yine ilk adımlar..
ÖZGÜRLÜĞÜ Yazalım (1)
Verdiğim sözü tutamamanın kahrında
Yüzüm dökülürken karanlık geceye,,
Yüreğini aydınlatacak sözler
Yazamamanın acizliğinde vuruluyorum..
Ne sadece
Acı ve umutsuzluk yazmayı becerebilen
Bu kalemi idam edebildim,,
Nede artık yazmam sözünün
Ardında durabildim bağışla heval..
Ama inancın olsun
O kadar isterdimki;
Baharları açan çiçekleri,,
Cıvıl cıvıl öten kuşları,,
Gözleri gülen çocukları,,
Özgürlüğün koynunda
Umut fışkıran dizeler yazabilmeyi...
OLMUYOR! !
Güneşi yazmayı denedim günlerce
Sıcacık insanın içini ısıtan güneşi..
Öyle ya
Umutlu sözler yazmaya aydınlıkla başlanır
Güneş sıcak ve aydınlıktır..
Kelimesizliğin soğuğunda üşümekten
Çok korkuyorum demiştim hatırlasana
Parmaklarım güneşi yazmaya çabalarken,
Gözlerimin önünde
Zindanların karanlığı,,
O karanlıkta
Gözleri bağlı acıların çığlığı,,
Yüreğimin içinde
Taş duvarların soğuğu vardı..
Kelimeler satırlarda titredi dondu heval..!
Zindanın içine doğamadığı,,
Tüm evreni aydınlattığı halde
Zindanı aydınlatamadığı için güneşe küstüm! !
Toprakta filizlenen çiçekleri yazmak istedim
Toprağın kokusunu,,
Verdiği tomurcuğu..
Toprağa düşen canları,,
Kanlarıyla toprağı sulayan fidanları
Unutamadım heval..!
Bana kırmızıyı değil
Umudu yaz dedin
Ama toprağın rengi hala kırmızı heval..!
Sevilay Yücedağ
ÖZGÜRLÜĞÜ Yazalım (2)
Yoksa sevdalarımı yazmalıydım
Sevdalarımızımı? ?
Sevdanın rengine kırmızı dedi biri
Meçhule yazdı bir diğeri,,
Bir zamanlar ben;
Sevdamın adı Sen
Rengi inadına bir Mavi olsun dedim..
Ama;
Özgürce sevdalanıp,,
Özgürlüğe hasret çektikçe,,
Özgürlüğün tadını yürekte hissetmedikçe
Tüm sevdalarımız
Kara renkli geçti sevda tutanaklarına..
Bağışla beni heval
Ben o börtü böceği
O yaban çiçekleri
Taşı toprağı ağacı
Bakmaya doyamayan o gözlerle yazabiliyorum! !
Özgürlüğü yazalım heval
Sen rengini söyle ben bilmiyorum..
Ben bilmesemde sen rengini söyle,
Ben yazamasamda sen rengini söyle..
ÖZGÜRLÜĞÜN rengini söyle heval..!
ÖZGÜRLÜĞÜN zindana,,
ÖZGÜRLÜĞÜN susturulan çığlığa,,
ÖZGÜRLÜĞÜN zulüm kusan ruhlara,,
ÖZGÜRLÜĞÜN rengi kara Sevdaya
ÖZGÜRLÜĞÜN evrene
Bırakacağı rengi söyle! !
Hangi yamacı aşsam,,
Hangi dağı tırmansam Akyüz'lere ulaşırım? ?
Hangi tepeden aşağı bıraksam canımı
ÖZGÜR olurum? ?
Sen rengini söyle
Ben artık yazmam
O tepeyi bulurum heval..! !
Sevilay Yücedağ
Hevallere Selam
biliyorum heval
canını ülkene adadığını
suskunluğunu yendiğinin
zulme direndiğinin bilincindeyim heval
mekanda yanında değilsem de
ruhen yanındayım
benden sana selam heval
gönül ağlar dert o değil
umut yüklüyüm
yarınlar meçhul değil
rüyalarım süsleniyor manalı gülüşlerinle
bedenen yoksam da yanında hülyalarım seninle
benden sana selam heval
dualarım sana kalbim seninledir
bir çığlık duysam ötelerde aklım seninledir
bir ulusun bekası sizden sorulur
sizden sorulur bingöl amed dersim...
hayalini okur gibiyim heval
değilmidir hayalin
'direnmenin savaşmanın sonu özgürlüktür özgürlük ise kutsal yaşamdır'
unutamam seni heval
umutsuzlara bile umut verirsin
umursuzluklara bile umut ekersin
acılarınız başa gitmeyecek
kanlarınız yerde kalmayacak
kanınızın her damlası
yarınların özgür mayasıdır
Heval
Nerden başlanır anlatmaya seni,
Kaşın desem,gözün kalıyor heval.
Seni cümlelere dökmek zor yani,
Dilin desem,sözün kalıyor heval.
Sevgiler nefreti yeniyor senle,
Dünya bile başka dönüyor senle,
Düştüğün her gönül yanıyor senle,
Ateş sönse,közün kalıyor heval.
Senin sevmelerin yaman oluyor,
Seni seven inan duman oluyor,
Seninde üzdüğün zaman oluyor,
Her gönülde izin kalıyor heval.
Girdiğin yürekten çıktın sayalım,
Olur ya aşkından bıktın sayalım,
Hayırsızın biri çıktın sayalım,
Gider gitmez sızın kalıyor heval.
Bir denizin en ücra kıyısında,
Gökyüzünün en derin koyusunda,
Bir çocuğun en tatlı uykusunda,
Senin güzel yüzün kalıyor heval.
Olmuyor Heval’ım inan olmuyor
Kalem kağıt,her şey aciz kalıyor,
Senin gibi bir dost anlatılmıyor,
Ne anlatsam özün kalıyor heval.
Serkan Uçar
Heval (Dost)
Geceler..
İçimi titretiyor...,
Kimdir gözümdeki yaşların faili,
boş bakışlı bir serseriyim oysa ben.
Gönlü aç ve durgunum heval.
oyy heval
Gayesini yitirmiş yıldızlar gibi birgün
Sigara çeker içim,
yalnızken düşlerimde.
Yatağımda yatarken uykusuz,
salarım ruhumu dağlara
umutsuz bir hayal gibi
esip gelirim heval.
Ölümü yaşayayım heval
bir iç çek efkarla
Gözlerin,
Denizle göğün sınırlarına vurduğun da
Ve takrar dirileyim
Ağlarken göz yaşların da..
Bağrımı taşlayan değirmen taşı
saçımı ağartır bilir misin?
Oy heval ağlama ne olur.
bir sigara sar be...
tütünü olmasa da olur..
içine aşk sar..
ver bana...
yüreğinle yak ucunu..
Savurayım insanlara
Oyy Heval..
Mahir Demir
Gidiyorum
İçim üşüyor...
Yüreğim ağlıyor Heval!
Ve ufuklara açmış yelkenlerini
Hayat gemim...
Gidiyorum işte!
Gidiyorum ufukların kucağına;
En sıcak hislerimle,
Özlemlerimle...
Bir sonbahar akşamında,
bir kez bile ardıma bakmadan...
gidiyorum Heval, gidiyorum işte!
Mor dağlarda;
Doğanın kendisini en sade şekliyle hissettirdiği,
O berrak suların kucağında,
Rengarenk çiçeklerin ülkesinde;
Yağmurdan sonraki güneşe dalarak,
Kendi(m) leşerek filizleneceğim Heval!
Tohumunu ekmek için güzelliklerin
Mevsimsiz bir sevda yaşayacağız burada
Miyadsız tarihe isyan ederek,
Kahpe dünyanın kahrını deleceğiz burada,
Deleceğiz Heval!
Ufuklara gider o upuzun yollar,
Ufuklara doğru seyreder...
Güneşeymiş yolculuk
Güneşeymiş Heval!
Anlıyor musun? Gidiyorum işte,
Gidiyorum sensizliğe,
Sessizliğe...ve özgürlüğe!
Yani kendi(m) liğe Heval!
Çulsuzluğun çığlığını yırtarak,
Sefilliğin kahrını delerek;
Boynu büküklüğün hüznünü aşarak gidiyorum,
Gidiyorum sevdama kanat açarak!
Burada güneş bir başka doğar,
Yıldızlar bir başka fısıldanır,
Artık ötesi yok ki ufkun;
Çünkü sen içindesin artık onun.
İçindesin Heval!
Ardarda dizilmiş ışıklara dalar düşlerim,
Ansızın bir serpintiyle,
Yağan ateş meteoru; ateş topları
Ve her birisi bir can yüklü,
Bir sevda tomurcuğu;
Bir hicran çemberi...
Sarar dört bir yanımı;
Ve ansızın sapar düşlerime,
Yakar içimdeki dünyayı,
Yıkar içimdeki özlemleri;
Artık kan damlar kelimeler,
Öfke saçar sözcükler Heval!
İşte o an! ...
O an dört bir yanda seni arar hislerim,
Seni arar gözlerim pırıldayarak...
Seni söyler sözcükler titreyerek,
Seni yaşar özlemler ürkerek, seni Heval!
Başım dik, alnım açık gidiyorum,
İşte o coşkuyla açılmışım ufuklara,
Yönelmişim güneşe sonbahar akşamında,
Yüreğimde serin bir esinti,
Gözlerim çisiyor damla damla hafiften,
İçim yanıyor,
Yüreğim dağlıyor ve gidiyorum Heval!
Gidiyorum işte... gidiyorum
Ömer Dilsöz
Heval,
Pêş de çîkek tikeve,
Û hînge, hêdî hêdî mezin dibe.
Tu mêzedikî bûye hêtun, û tu şewitîye heval…
Kes nikare tijike valayîya te, ne dê, ne bira.
Ev çi bedewî, ev çi hîsek germ e heval…
Hevpar bûn di her dilşahî, her derd û kederê de.
Û dayîmjîyan rê ve çûn,
Bi he re û bides girtî…
Bila qet nebe,
Di wa çavkenên te yên di dil de sêtêrk.
Û ku rojkê rêya me veqetî jî heval.
Helbes Yilmaz Güney
Werger: Remzi Çakın
Arkadaş
Bir kıvılcım düşer önce,
Büyür yavaş yavaş,
Bir bakarsın volkan olmuş, yanmışsın arkadaş...
Dolduramaz boşluğunu ne ana, ne kardaş,
Bu en güzel, bu en sıcak duygudur arkadaş...
Ortak olmak her sevince, her derde kedere,
Ve yürümek ömür boyu,
Beraberce el ele...
Olmasın hiç,
O ta içten gülen gözlerde yaş,
bir gün yollarımız ayrılsa bile arkadaş..
Havar
Nevmit rüzgarlar indi dağların eteklerine,
İntikamcılar yollara düştü.
Lacivert'inde gecenin, telefonlara ispiyonlar.
Üniformaların kuşatmışlığında Cudi'nin, Hozat'ın,
Filintamıza, mavzerimize korkusuz telaşlar düştü.
Ellerinde Kızıl Bayraklar 'keçik'in, 'merik'in,
Rotatiflere, grapho'lara 'aranıyor' ilanları düştü.
Bıra, heval Dersim dağlarının kuytusunda,
Ilgıt ılgıt yanan şivana kekik kokusu düştü.
Yaylım ateşlerinde üniformaların ve baronların,
Issızlığında pusulanan 'şark kurnazlığının'
Kutup yıldızı Amed'de, Adıyaman'da berelere düştü.
Levhamıza sayılar, fotoğrafımıza traşsız yüz ve
Işığınca aydınlık militanlar, kahpe faklara düştü.
Gürkal Gencay
Biz ölünce yaşadık
Sisli bir gündü,
Hava soğuk cadde ıslak,
Kaybettik birbirimizi,
Karanlıklarda,
Bölünerek parçalara ayrıldık.
...
Ben, Heval, Welat,
Bizki dağlara karşı çıkan,
Bizki aşkı dağlara yazan,
Bizki dağlar kralı,
Ölmeden ayrıldık.
...
Heval elinde silah ormanlarda,
Welat yüreğinde yara dağlarda,
Bense sormayın,
Kanadı kırık kuş,
Şimdi boş sokaklarda,
Biz ölmeden ayrıldık.
...
Ne kanlar döktük ne kanlar,
Ne düşmanlar kuruttuk,
Bizki kendimizi bu yola koyduk,
Bizki üç deli adam,
Ölmeden ayrıldık.
...
Her yer kan leş,
Sanki kıyamet,
Alevler, silahlar,
Tanklar, toplar görünmekte,
Kaybettim onları,
Yitirmek acı vermekte,
Bizki, devletin başa çıkamadığı,
Üç kahraman,
Ölmeden ayrıldık.
...
Yürürken yolları titreten biz,
Bizki ayrılığa yeniyiz,
Ayrılınca tek ölen bizleriz,
Biz ölmeden ayrıldık.
...
Beraber büyüdük bu topraklarda,
Kavgalar ettik yinede yattık aynı yatakta,
Selam gönderdik eşe dosta,
Bizki üç kaya,
Ölmeden ayrıldık.
...
Omuzlarda silahlar,
Yürekte yaralar,
Beyinde sancılar,
Bizki dağların kralı,
Ölmeden ayrıldık.
...
Çekerek bu dünyanın derdini,
Yıkıldık, yakıldık ama yılmadık,
Taşıdık yüreğimizde kardeş sevgisinii
Ezerek beş kuruşluk dünyayı,
Ateşlere verdik dertlerini,
Acıların baş parmağını kıran biz,
Ölmeden ayrıldık.
...
Nice dostlar oldu,
Nice mekanlar,
Dostluğumuz yine biz,
Mekan toprak oldu,
Kardeşliğimiz sevgimiz,
İşte işte o karanlık ve sisli günde yok oldu,
Biz ne demek üm deli fişek,
Ölmeden ayrıldık.
...
Unutulmadık hiçbirzaman,
Hep söylendik,
Bizki bu topraklara nam salan,
Bizki bu kahpe dünyaya kafa tutan,
Üç cengaver,
Ölüncede yaşadık.
...
Adımız var şimdi dudaklarda,
Resim belkide yüreğimiz var ufuklarda,
Şimdi üç cesediz yatmakta,
Al toprakta,
Bizki üç ceylan,
Biz ölünce yaşadık.
...
Şimdi dillerde,
Belkide resmimiz var,
Duvara asılmış çerçevede,
Biz hala yaşıyoruz,
Biz, ölüncede yaşadık.
...
Bittik artık ayrı yaşamaktan,
Yaşayamadık öldük sonunda,
Bu ayrılık acısını taşımaktan,
Yorgun düştük sonunda.
...
Kadere teslim ettik kendimizi,
Yerden yere vurdu bizi,
Bırakmadı izimizi,
Ayırdı bizi.
...
Bu sabah öğrendim,
Heval elindeki tek kurşunla vurmuş kendini,
Welat ateşe vermiş kendini,
Yakmış Dağlar gibi bedenini,
Beni sormayın,
Zaten herkes öldü bildi beni,
Bu yara yıktı beni,
Bizki dağlara sığmayan üç yiğit,
Ölüncede yaşadık.
...
Biliyormusunuz biz üçümüz,
Aynı gün, aynı saat, aynı dakikada ölmüşüz.
Gaddar__16
Gün Gecede Soluklanır
Yüreğimde kavgalar varken,
Sevgiyi kuşanıyorum sunmak için.
Daha bir direngen inadına yaşamak….
Kimi zaman bir dokunuş
Kimi zaman bir sözcük dilde.
Kıyamette kopsa içimde;
Doldururum iliğime kadar sevgiyi..
Gün gecede soluklanır gece bende.
İçli bir türkü dolaşır dilimde,
Kudurmuş dalgalar gibi
Yüreğimin kıyısını dövse de
Acı,keder, umut,özlem seli
Damla yüklü bulutlarla
İner yanağımdan hüzünle.
Ve dönerim yine kendi içime.
Kavgam bende soluklanır ben bedenimde.
Heval can dostum;
Dağlar kadar yüce,deniz kadar engin
Bilirim sevgiyi nakışlarsın yüreğine.
Suskun zamana sarmalayıp gizlice
Biriktirirsin coşkuyu içinde.
İşte o zaman alıp giderim başımı
Alıp gederim diyar denen gurbete.
Yollar bende soluklanır bense senin yüreğinde.
Fatma Güven
Kato Dağı
Bu gecede bir dehşet azgın ve çılgın,
Karanlıklara bürünmüş,
Bu gecede titrek bir gece!
Korku çığlığı,rüzgar fısıltılarıyla,
Hınzır vadiler,susuz dereleriyle,
Bir yanda dağların kuru ayazı,
Diğer yanda dinmeyen kurşunlar,
Ne ay ne yıldızlar var!
Göz gözü görmüyor,
Mermi adres tanımaz
Kim öldü kim kaldı?
Bilinmez vay be vay!
Direnin yoldaşlar,
Mavzerlare sarılın yine,
Bir siz birde ben kaldım!
Korkusuz yüreklerimiz,
Çakmak çakmak gözlerimiz..
Kayalar sığınağımız …
Dağlar mekânımız,
Halklara sözümüz var
Namlular sarılmalıyız!
Gitmek için devrime;
Gerekirse ölümüne,ölümüne.
Vay be vay heyhat!
Kato dağında kıtlık,kıyamet,
Çalı,çırpı,çıyanlar,akrepler,
Kurtlar,çakallar..
Etrafta düşmanlar,sarılmışız,
Yüzlerce korucularla,
Bu gece
Ölüm nerde gelecek bilinmez
Vurun hedefine hedefine
Iskalamadan düşmanı,
Şirnak’a gitsin haber.
He gülüm he!
Kurban olam yüreğine
Oy heval can yoldaş..
Dağlardır bizim aşkımız!
Dağlardır sevdamız,yârımız,
Aç,sussuz,uykusuzuz
Yastığımız taş,döşeğimiz yer
Yediğimiz ot yada kök,
İçecek suyumuz yok,
Sevdalandık özgürlüğe..
Özgürlüğe ve geleceğe..
Durmak yok bize vur heval vur
Fırsat verme düşmana.
Özgürlüğü gönülere,
Umudu dağlara ektik!
Onur,şeref bizde,
Kavgamız devrim için,
Kato dağında,Kandilde..
Munzurda ne farkeder?
Kurşunlara gelsek biz;
Can bizde çıksa,
Özgür vatan için
Direnecek milyonlar peşimizde..
Mehmet Çobanoğlu
Susma Heval!
Fabrikanın etten makinaları
Emeğimizi parçalarken
Ánı tekrarlıyor dışarıdakiler
Çocuklar yas tutuyor tele takılmış uçurtmalara
Tam şimdi bir adam
Elinde simitiyle
Güzel hayatının paçasını çamurdan temizliyor
Sen emekle çoğalır sevgimiz
Ve nasırlı el güzeldir dersin
Ánı bırak ve tarihe yasla omzunu…
Güvenirim ben de senin gibi
Onurlu insanların tarihine
Peki, ne yapacaksın dışarıdakileri?
Çamur gibi kan her yer
Kimin paçasını temizleyeceksin,
Öfkeden ve intikamdan?
Bebekleri bile susturamayız artık
Ya şu emir kullarını…
Onların yüreğine işler mi, senin aşkın?
Tam şimdi biri daha öldü…
Bilirsin kurtuluştur ölüm zulmün zindanlarında
Ben varmışken isyanın doruğuna!
Suskunluk istilasına uğramış gözlerin
Susma(!) heval susma….
Devrim Yılmaz
Delal
Sadece sana aşık olmalı, her güzel şeyi sana vermeliyim
Karpuzu kesip ortasını sana sunmalı
Kalan son sigaramı da sana ikram etmeliyim
En sevdiğim gömleğimle çıkmalıyım karşına
Ve sen gözlerimden başlamalısın beni sevmeye
Birlikte bir davaya inanmalıyız
Dava olmalı nefes alışımız bile
Kimseler bilmemeli felç olan tutkularımızı
Değişen fikirlerimizi de
En militan cümlelerle saldırmalıyız yalancılara
Sonra avuçlarıma emanet etmelisin yalnızlığını
İşte o an, gözlerinden öpeceğim!
Adını yalnız ben biliyorum
Delal!
Yağmurdan herkes ıslanabilir
Ama sen yağmur sesinden ıslan
Acıları gizlice giyindiğin odada gizlenir ihanet denen saçmalık
Öyle uzun uzun anlatacak ütopyalarım yok kimselere
Sana bile ey heval!
Yalnız hakikat olmalı insan hayatında
Büyük bir şairin en sevdiği şiiri olmalı birlikteliğimiz
Herkesler kıskanmalı birbirimize bakışlarımızı
Ben hamakta uzanmışken
Yaşanmış bir hayatı herkes konu edebilir şiirlere
Ve herkesler bilebilir başarısızlıkla biten bir ömrü
Ama sen yaşanmamış aşklardan bahsetmeyi bilmelisin
Haberin olmalı canımın yanmışlığından
Titremişliğimden ve ezilmişliğimden
Azat olmadıkça ruhum bu zincirlerden
Söz veriyorum
Sana gelmeyeceğim
Bir yaşamda eksik olan tek şeydir
Melal!
Serdar Sengir
Yüreğim Vatana
Diren kardeş diren yoldaş
Bahara az bir zaman var
Dağlarda sis dağlarada duman
Etrafta nice düşmanlar var!
Gelen şafak gelen newroz
Şahlanacak yürekler
Milyonlarca insan var
Yoluna kurban ben
Diren yoldaş diren
Direnmek bir yaşam
Direnmek bir soluk
Ömrümü ömrüne
Canımı canına
Yüreğimi vatana
Özgür bir vatana kat
Dağlara bahar gelsin
Çiçekler açsın,newrozlar
Newroza az bir zaman var!
Diren heval diren
Sana sözüm olsun
Dönersem eğer özümde
Vazgeçersem sözümde
Menfaat uğruna halkımda
Kurşunlar bana gelsin
Dağlarda duman
Etrafta düşman
Bir gülücük yüz
Bir tebessüm
Bir tutam sevda
Bir bakış kadar
Yaza zaman var
Direnin canlar direnin
Direnin bu bir isyan
Bu bir sevda bir yaşam
Bir ölüm kalım geçişi
Size selâm size selâm
Ardınızda milyonlar var
Dağlar sis,karakış
Dağlara duman düşmüş
Düşman yaman
Tank,topu var onda
Sizde isyan sizde yaşam
Ördüğünüz sevgi
Arzunuz kardeşlik
Düşmana balyoz gibi
İnecek yumruğunuz var
Newroza bir kurşunluk mesafe
Özgürlüğe az bir zaman var.
Mehmet Çobanoğlu
We Digerim!
Bin hstêrên berbengan de
Û we digerim dilên narîn
Kew,kewok û bilbil,civîk
Hê jî xew û xewn’ê da ne
Bêhna bihar,gul,sosina tê!
Ez ser çiya,gir,zozana me
Çav ê min de tu xew tune
Ez we digerim dilên narîn
Hûn Rewşan,Zilan û Egît!
Hûn şêr û şervan,şoreşger
Mêrxas,leheng hûn şehid
Ez we digerim dilên narîn
Ez Mem û ez Sîyabend im
Evîna min pir zor û girane
Dilê min jî gul û gulîstane
Welatê nav de Kurdistan’e
Bendê bihara û havîna me!
Evîndarê gul bi sosina me
Ez Memê Qaqizman’ê me
Ez dijberê şer û cenga me
Ku tu dizanî hê war berfe;
Lîloz jî bê bişkoj bê pelge
Hê devdevî serê biharê ye
Kincên keçan renga renge!
Em dixwazim qulêng bên
Bi erd û asîman bibin şên
Nêzî bîstyek’ê Adar’ê ye
Mizginî me re,Newroz tê
Û we digerim dilên narîn
Ez şewata dengê bilbilan
Hûn can û dil û gulê min
Heval û welatparêzê min
Mehmet Çobanoğlu
Şoreş
Şoreşa sor pir şirîne
Jîyana bo dil,gulane
Hemû gel jî mera tê
Ev ref ê şêr egîdane
Heval hatin li boy me
Meşîyan bo mafê me
Destê wan de ala sor
Nav de wênê roja me
Gel çidike xweş dike
Cîhan bo me geşdike
Dest wan de roja me
Gul û dila germ dike
Gel rêwîyên doza me
Şervan hatin li bo me
Mahîr,Denîz bîrnekin
Ew parizvanin boy me
Karker,dozvan jî rabûn
Bi jîn,mêr tev wan bûn
Wek tilyên nav destan
Koma wan jî bi yek bû
Lixin lixin wan derxin
Patrona nav me derxin
Pergela wan tu ne tişte
Boy mafê gelan şerkin
Marks,Lenîn tev Mao
Bi Yek jî Fidel Kastro
Kurd ji hemû li ba me
Rêberê wan birêz Apo
Qada sor jî bû qada me
Keleş,çek ser milên me
Şervan,şêr karkerê me
Cîhan jî war,welatê me
Em nartisîn em natewin
Îbrahîm bû pêşengê me
Meral yoldaş pakrewan
Dost bixwazin mafê me
Çolter,bajar,beyarên jor
Karker û gundî gula sor
Em bendê li sosyalizm'ê
Dost cîhan bû wlatê me
Mehmet Çobanoğlu
Düşe Kalka..!
acılara gömülen / her nefes
tomurcuklanır tekrar
Ve yeşereceği topraklara / serpilir
acılara gömülmesin
mutluklara gömülsün
her gönül bağı...
bahara merhaba / diyerek
Ve bir gün söyleyecekler
O garipliği / düşleri
söyleyip okuyacaklar
düşe kalka...
Çünkü onlar;
ÖZGÜRLÜĞE ASILI KALDILAR
umutlarını / baharını
hani O çocuklar var ya....
duvar oldular
acılar içinde / pişerek
acılardan geldik
mavi umutlara doğru...
can damarım
can yürek
can yoldaş
can heval...
yetirmedik / acılarımızla
düşe kalka...
UMUTLARI..!
Mustafa Gözetlik
İsyan
İsyan, marşlardan meydanlara tırmanıyor.
Kavgamızın şehrine yolculuk…
Kurşunlara, inancını siper ediyor
Yeşil parkalı!
Heval; yumruğumuzdur yüreğimiz.
Bir tokat gibidir mücadelemiz.
Kızıl bayrak altında haykırıyor
Yeşil parkalı.
Zafer şimdi, özgürlük şimdi, adalet
Hemen şimdi!
İsyan ediyor meydanlarda yüreğiyle
Yeşil parkalı.
Haykır sen de:
“Biji bratiya gelan! ”
Görev:
Herkes eşit olana kadar isyan!
Tuğba Yavuz
Bahardı Kendi Yurdunda
Bitirmenin hıncındandır bunca zindan
Sürgünler, katliamlar ardında
Barbarlıklarıyla bilindiler
Karanlıktan beslenenler.
Bu bahar Alişer'den gelir ülkeye.
Kor ateşte duman gökçüle doğru,
Kuş cıvıltıları eşlik ederken inleyişine
Ve vakitsizce sararıp düşen meşe yaprağı
Kimbilir, ki sürgünlerden haber verirdi.
Çocuklar ya hiç bilmediler oyunu
Ya da patikalara bıraktılar çocukluğunu
Ve el bombasını oyuncak bilip
Parçalananları katmazsan eğer,
Diğerleri büyürler,
Büyüdüler ezgili yüreklerde...
Damar damar toprağın derinliğinde
Ateşte kavrulan bir direnç gülü,
Acı bir gülümsemede...
Meşe ağacı bu
Seyit Rıza'dan torunlarına bağdaş olmuş
Ki kırılır da eğilmezdi.
Bir direniş destanı, bedeninde kor ateşi taşır
Duman yükselir, buruşur, kızıllaşırdı
Aşiret boyu kururdu fidan,
Sürülürdü toprağından ırak
Kabile kabile...
Yoğrulurdu külü
Potin diplerinde pul pul
Rüzgara savrulurdu
Soysuza, hal bilmeze inatla
Sığmazdı ki bir kaba
Meşe ağacı.
Asiliğiydi dünden bugüne
Ve ülke, güneşin renklerini alırken üstüne
Vurmaya gelirdi tayyere, kobra
Ve tepe başlarındaki termal kamera
Kilittir hedefine,
İçindeki potin - kepe bürünü yoksun
Komutla yatıp kalkardı
Sorgusuzca...
Ve gölgemde büyüyen yılan asıl
Ve de keklik soyu...
Kimbilirdi ki,
Bunca acıdan sonra...
Ellerinin nasırı, kamburu ile ora insanı
Daha çok
Yüz çizgilerinde anlatırdı kendini
Ve patikada yürürcesine yürürdü asfaltta.
Ve de dili,
Giysisi,
Hele tütün sarması
Ele verirdi kendini metropol sokaklarında.
Emeğini çalmaya gelenler yarış içindedirler
Eli kırılası yoksullukta
Emeğini elin işine kaptırıp düşürürdü kendini.
İşgal edilmiş bir ülke
Kökü toprağın derinliğinde
Saklanırdı
Budayıp uzaklara attılar dallarını
Atamadıklarını ateşe verdiler
Bir tek meşe
Yüklendi damarlarına...
Elin kapısına ekmek için
Kendi yurdunda yurtsuz
Ve bir de çocuğunun hasreti ki
Asıl boynuna binen...
Bir tek aş için
Ölmek vardı hücre hücre
Kendine yabancılaşma
Kolay çalınırdı
Açlığın böylesi
Ve nice şatavatlı sözlerden sonra asıl
Cayır cayır tutuşuncaya
Toprağın kalbi...
Yoktu bir allahın kulu,
Yok.
Gözbebeği insanın
Gözbebeği
Kendinindir
Kolay kolay girmez ayak altına
Ve ayrı değildir bedenden
Öyle kendini tüketen göz ise
Maketlerde olurdu ancak...
Ellerim ellerinden ağırdır beğefendi
Yanındaki kadının midesi de bulanır
Bilmez miyim
Rengi
Kokusu karışmış insan maketi
Horlanırım elbet
Ellerim horlanır
Emeğim horlanır
Rengim horlanır
Dilim horlanır...
Sığamam bir yerlere
Sığamam
Ülkemin toprağından gayrı.
Vura Vura Düşülmez Bu Toprak
Bu mevsimde vadilerin sesi gürleşirdi
Bir gerillanın kopan dizkapağında
İrkildiğinde meşenin damarı
İki dalını verirdi, sedye için...
Yaşanmazlıklar
Tarihin karanlığında kalırdı
Meşe ağacı, su, güneş ve ezgiler
İç içe gireli derin vadilerde
Ve kıymet bileli Munzur,
Fırat, Dicle, Ararat'ın eteği...
Çağlayandı yataktan yatağa
Nehirlere
Uzayıp giderdi suya değen kan
Kaçışırdı çiyanlar bu toprağın sesinden.
Miladı yazan günden öncesinedir
Soysuzlara yenik düşmeler,
Laç Deresi,
Ali Boğazı,
Kutu Deresi...
Karış karış değmiş toprağa
İnsan kanı
Ayağa kalkmanın bedeli olmuş
Bu kan
Çığlık,
Bu diriliş
Milad olmuş diğer yandan.
Dağlar oyulmuş dağlar
Yüreğimi saran ezgilerle
Vietnam tünellerinden öte
Gözden göze
Beyinden beyine
Elden ele
Taşınırken yarınlara
Yıldızları toplarcasına
Patikalar gidilirdi.
Dağlar oyulmuş dağlar
Asırların biriktirdiği ezgilerle
Ülkenin bir ucundan diğerine
Destanlar yazılıyor destanlar
Kimsenin tanımadığı ellerde.
Vura vura düşülmezdi toprak elbet
Dövmekle bu toprağın ezgilerini
Tükenmezdi
Paramparça olmuş bedenlerde
Nice ölümler yenilirdi
Yükselirdi güneşe bu toprağın ezgisi
Kurtarmak için onurunu.
Bir başka mevsime dururdu toprağın ezgileri
Her şafak vaktinde vurulurken meşe ağacına
Bir başka mevsim doğardı doğacında
Mevsim bozgunlarına karşı.
İnsan maketleri türerdi nice topraklar üzerinde
Yaşadığımızdan öte
Çarkın kolları gibi
Yenik de düşülürdü karanlığa
Son damla kanda
Daha da gür
Filizlenirdi de meşe ağacı
Kendi damarından.
Koparılan Dalın Kökleri
Gidilecek bu yol
Aşılacak bu dağlar
Çarpışa çarpışa zalimle
Çarkın dişlilerinde kalan ezgilerle.
Ülkede, Munzur'un eteğinde
Dere yatakları,
Vadiler
Seyreltili tepeler içinde...
Binlercesini barındırır bu dağlar
Çok şey var ardında heval
Çok şeyler...
Otuzsekiz'den de öncedir
Alıkonan toprağın metropol ayağı.
Toros'larda ırgat,
Toros'larda hamal,
Çukurova'da pamuk toplayıcıları
Dört bir yanında Anadolu'nun
Modern köleleri olmuş memur,
Varoşlarda köylü...
Avrupa'da temizlikçi...
Fabrika işçileri
Sokaklarında ise süpürgecidirler.
Her dalı bugün
Her dalı kökünü aramaktadır.
Asfaltlı yollardan patikaya düşer ayağı
Yitik kalbin ezgisiyle
Dağlarına ülkenin insanı
Tepelerine girmiş oyuk oyuk
Mevzide
Siperde
Patikalarda
Hain pusuda
Çarpışmalarda
Ölümüne
Zindan direnişlerinde
Yeni günü
Baharı yaratan
Ceylandırlar...
Sesin Duyurmaz mı Çektiğin Acıları
Zaman prangalara vurulmuştu
Acıya durulurdu
Kamburun tokuşurdu eldeki kadehle
Acın tutuşurdu tutuşmasına
Nedendir, bilinmezdi de
Ayağının sarp yollara düşmesi.
Konuşamaman zamana kurulmuştu
Uzun uzun kahır çekilirdi
Ayaklarının üzerinde taşıdığın beden
Karşı duramazdı zalime
Ürperirdi insanoğlu.
Karanlığa yükselirdi ezeli yüklü komut
Dirhem dirhem kazınırdı bedenin,
Sesin duyurmazdı acını
Boğuktu
Bitmezdi, tükenmezdi açlığın
Çilen bitmezdi...
Köy köy
Mahalle mahalle
Ev ev
Sokak sokak
Gizemidir devranın kendi
Bundandı karanlıkta boy vermesi...
Midede tutuşurdu kadeh
Açlık
Acı içinde sürüklenirdi özü
Demiyorsan bir süre daha eğer
Al kadehi vur yere...
Zaman prangalara vurulmuştu
Karanlıklar içinde acının gizemi
Beyinlere oturtulmuş bir yelkovan
Eldeki kadehle
Tokuşurdu emeğin
Çaresizliğindir
Yükündür
Kamburundur.
Ayağın sarp yollara düşerdi
Konuşmamanın
Konuşamamanın ölçütü
Duyuramadığın
Çığlığındı
Karanlığın gizemi...
Katledilen doğacındı damar damar
Yayılmış
Acıların bileşkesi,
Tarihin o acılardadır senin
Sallanır
Kazınır dirhem dirhem.
Konuşamaman zamana kurulmuştu
Zaman prangalara vurulmuştu
Ürperirim ki
Boğuk sesin duyurmaz çileni
Acını
Açlığını gidermez.
Karanlığın gölgesi yükselirdi
Ağırdır
Vurunca da sırtından vurur
Uyan
Uyan ki
Kendinin olman için...
Toprağa Sarısını Verirken Üşürdü
Karanlığın dehşetidir, çilenin pençesi
Kara bir bulut yapışırdı
Toprağın yüzüne.
Çaresizlikti köylünün elinde
Babasından kalan miras
Açarak ellerini allaha yakarırdı.
Yağmur yağacaktı
Yağmur yağacaktı
Yağmur,
Serpilen kımıldı oysa
Deli bir rüzgarla
Çoktan sarmaladı ekini.
Gün hesabındaydı hamile bir kadın
İlk bebeğine
Düşüyorken aydan
Gün be gün
Bir yaprak daha duvar takviminden
Koparırdı akşam vakti.
Zamansız tutulut sancıya
Doğuramazsa Anası gibi
Ana olamamak vardı,
Beyninde kurt kemiriği
Benzi soluk
Karıncalanırdı teni...
Titreşimi neydi yarı kentlinin
Pamuk üretirdi,
Üşürdü ekin başakları
Sarısını verirken toprağa.
Kaplumbağa sabrıyla bir demirci
Yapardı sipariş gelen orağı,
Hava karardığında ikindi vaktiydi
Bedenini saran karanlık,
Sırtından girmişti
Soğurdu bedeni
Kara bulutun ardında...
İklimi değildi bu ülkenin,
Bu coğrafyanın iklimi değil
Bir yanda düşünürdü
Ak saçınan
Kor ateşe damlardı
Soğumuş teri...
Bir ömür gelip geçerdi
İnadına
Çile yüklenirdi sanki,
Kendi toprağında ağzı dolu
Gülemezdi insan...
Bir ömür geçerdi
Babadan kalma miras
Bir adım büyütmez,
Bir gün götürmezdi
Babadan bilme yaşardı
Bir ömür
Sınır geçmez
Yol geçmezdi
Çilesini yüklenirken omuzlarına...
Kaçıncı Bin Hanesindeydin Çocuk
Kirlenmiş bir atmosfer içinde
Çarkın dişlerinde boy verirken birileri
Güneş göremezdi ellerini.
Sekizinde bir çocuksun sen
Küçücük bir ışıktan yola düşmüş
Küçük adımlarla,
Sen ki çarkın dişlerinde boy verirken
Kendinden uzaktın.
Ve çocuk senden uzaktı,
Köşe taşı olmayacaktı karanlığa
Bekçiliğine de sermadedarların
Bakmazdı kirletilmiş ekmeğe
Vermezdi de emeğini.
Kır çiçeği olmak
Ve solumak için insanca...
Küçücük bir ışıktan yola girmişti çocuk.
Toprak yanar
Vadilere uzanırdı şarkısı
İnsanoğlu
Ayağa kalkardı
Kızıl kayalarda
Sözün bedeli candı
Ateşin şarkısı dillerde
Yaprak dökümünde
Tomurcuğun ilk yaprağı daha
Kolay düşerdi toprağa.
İnsan suretlerinin adı saklı
Pazarlık ettiler üstüne
Sessizce
Karanlıkta dolaşırken
Bu çarkın dişlerinde.
Kaçıncı bin hanesinden çocuk
Bulurdu resmini
Ve tam kafanın üstünden
Bir daire çizerdi kırmızı kalemle.
Çarkın dişlisi böyle beslenirdi
Efendisi gibi
Toprak yanardı çocuk senin adına
Şarkısı uzanırdı yollara.
Kır çiçeğinin sırtındaydı ölüm
Bundandır dönmezdi yüzünü
Dönen çarka.
Yağmurun gördüğü tohumdu
Yanan toprağın yüzünde dolaşan
Damlalar üzerinden düşerdi
Çocukların üstüne
Güneş görürdü çocuklar.
Karanlığın Baharı Yoktur
Alınteri karanfil sıcaklığında
Suya da
Balığa da vurgun
Umut
Acı içinde doğarken bebek
Boğarcasına mazluk yüzü
Kara değer yüzüne.
Karanfil sıcaklığında doğa
Herşeye
Herşeye rağmen
Serpilirdi yollara gözbebeğinin çığlığı
Suya da balığa da vurgun.
Kara akar gözlerine
Döngülü uykuda
Toprak çoraktı
Bulanık sudaydı balık
Tuzlu suda
Tatlı sudaydı balık
Her şeye rağmen
Yollardaydı,
De ki şafağın bir yerinde...
Sular berraklaşırdı.
Alınteri karanfil sıcaklığında
Suya da balığa da vurgun
Gün içinde tarih
Gün içinde tarihin mirası
Sabırla beklerken toprak
İki mevsimini vermedi karaya,
Baharı yoktu karanlığın
Yazı yoktu.
Geldiler,
Geldiler ayrı ayrı hamurdan
Yoğruldular yumruk yumruk
Bir bilip acılarını
Sevinçlerini
Orta yere kattılar
Alınterini
Paylaştılar.
Ayrı ayrı hamurdan gelip
Yoğruldular
Çarkın dişlilerinden kopanlar
Bir başka mevsimde patikalarda
Sıraçtılar
Gecenin melekleri...
Kır Çiçeklerinin Aşkı Büyük Olur
Acıyla işlenmiş yaşam
Sevdalıydı ölesiye
Bilmediği yüzlerin yarınlarına
Yüreğinin sıcaklığını verirdi.
Dağlarda kır çiçekleri.
Ot bitmezdi
Dağlar beyaza kaplanmış,
Kış kıyametidir
Ölüm sessiz olur.
Dağlarda kır çiçekleri
Çığlık içinde
Karanlık çatlarken çığlıklarına
Sevilirdi kır çiçekleri,
Her defasında
Yenilirken ölüm
Gün içinde tarih
Kazınırdı.
Pusular atılır pusular
Patikalara pusular
Yürekleri parça parça
Yayılırdı
Ağrına giderdi toprağın vurulması,
Olmazın yasası kırılırdı
Gün içinde
Toprağın gülüşünde...
Çatırdıyordu altından üstünden
Karanlık çatırdıyordu
Bin yılların hükmü ile donatılmış karanlık
Çatırdıyordu.
Kılık değiştirse de ölüm mangası.
Şafak sabırsızdı
Şafak erken gelirdi dağlara
Dağlar
İnsafına gelmezdi zalimin
Ölüme ölümcül
Şafaklar karşılanırdı
Vururdu kır çiçeklerinin sancısı.
Bilmediği yüzlerin yarınlarına
Yüreğinin sıcaklığıyla
Dağlarda kır çiçekleri.
Yaşamak demekti kır çiçeği
Çalışmak demekti,
Alanı daralırdı karanlığın
Lokması küçülürdü efendilerinin.
Filizlenir gün be gün
Şafaklayanların mevsimi
Doğardı yeniden
Yeniden doğardı.
Karanlık çatlıyordu karanlık
Altından üstünden
Kolay değildi
Olmayacaktı da
Kolayın adına hiç bir şey...
Dağlarda kır çiçekleri
Damar damar
Gün içinde
Yaşamsaldı.
Bu Senin Düğünün mü Oğul
Gün aşılırdı,
Gün dağların doruklarında.
Bense uzaklardayım
Gece akar üstüme.
Bir Anaydım bir Ana
Yüreğimde taş değil
Yürek taşırım yürek
Yüreğim kıvratıyor beni,
Alacaklar yine elimden
Vakti gecede
Kalleşce alacaklar
Dokunmadan kapının ziline...
Akan kandır, kan...
Yetişemiyorum gözlerimin gördüğüne.
Bırakmadım oğul bir damla gözyaşını
Bırakmadım yere,
Aktı
Yüreğime serpilircesine aktı,
Kinimi bilendi de aktı oğul
Öfkemi bilendi...
Gün aşılırdı dağların doruklarında
Bense uzaklardayım
Sıcaklığını saramadan doya doya
Bir Ana gibi
Vakti gecede çaldılar elimden
Alçakca çaldılar
Kır çiçeklerine sordum oğul,
Tililiye durdum oğul
Sevdiklerinin tümü
Aklanmış sakalları
Gelinlikleri ile
Kirlenmiş sırt çantaları,
Oyuncakları ile
Koluma girdiler oğul.
Senin düğünün oğul
Bu da senin düğünün olsun
Senin düğünün diyorum onlara
Zılgıtlar içinde
Zılgıtlar içindeyim oğul...
Dirilirdi Yeniden Yeniden
Fırtına kopardı,
Kar yağardı
Ura bağlanan insan hayatında.
Çark dönerdi
Dişlerinin arasında
Yol alırdı karanlığın hükmü.
Bozguncunun mevsiminde
Dal düşerdi gövdesinden.
Serine kurulurdu devran
Karanlıkta
Kalan bir gül.
Dayanırdı,
Acıya dayanırdı
Toprağın ezgisi
Rengini vermeden karaya
Toprağa düşerdi
Gelecek için
Yolun orta yerinde
Dirilirdi.
Ercan Cengiz
KOÇERO
Ben özgürlüğün sesi
Eşitliğin simgesi
Haksızlığa karşı doğan güneş
Kayıp kentte bir gerilla
Cudi dağında bir eşkıya
Hayatın anlamı
Ayakta kal yıkılma
Kan koksa da her yer
Köpekler parçalasa da leşleri
Yaşanılası hayat için mücadele et
Polisler onu bulduğunda tekti felaketti
Herkes meydanda birikti
Karakoldan içeri girerken sanki mağrur bir tüfekti
Ansızın yoldaslarina dönüp baktı,
Anladınizmi mı, dedi
Anladık yoldas deniz , anladık
Ve o günden sonra;
Hiç bir zaman, hiç bir yerde, hiç ağlamadik
Bizde bilirdik sevgiliye
Karanfil atmasını
Lakin
Aç ıdık yedik
Karanfil parasını
YILMAZ GÜNEY
BEKLE BENİ DERSİM
Haykırdım
Bırakın beni
Arkama dönüpte bakamadım bile
Çekin çirkin ellerinizi üstümden
Çekmediler
İyice sıktılar ellerimi
Gözlerim , mil çekseydiler keşke
Acısını çekerdim sadece
Şimdi
Ayrılığın
Toprağıma vedanın hüznünü yaşıyorum
Bırakın haykırayım
Açın şu ağzımı
Çekin ellerinizi üstümden
Kulaklarım duyuyor hala
Her adımım
Sesini duydum yine
Ayağım deydi sana toprağım
Yani bir daha göremiyecekmiyim seni
Göklere selam veren dağlarını
Toprağını biçmiş derelerini
Kardeşe ağıt pepuk
Bir daha duymayacakmıyım sesini
Pepuk kuşu ağla
Birde benim için ağla
Birde bana ağıt yak
Hoşçakalın
Hevalim
Be hey Dersimin özgür kartalı,
Neden pusludur bu dağlar?
Neden duman tütmez, Nurhak'ın doruklarından?
Neden Munzur bu kadar sakin? .
Ve Fırat neden bu kadar hırçın?
Biz ki ölümüne sevdalıydık.
Biz ki ölüme sevdalıydık.
Başa baş,
Leşe leş.
Düşündün mü hevalım;
Neden nisan yağmurlarına döndük?
Güz gülleri miydik,
Hiç bahar görmeyen?
Ayaklarımızı mı çok uzattık
Yoksa yorganımız mı kısa kaldı
Sen ki yeminliydın hevalım,
Savaşın kartalı,
Barışın güvercini olacaktın.
Kana kana içeçektik
Munzur'un gözelerinden abı hayatı.
Ve sonsuza kanat açacaktık
Aşka dostluğa.
Söyler mısın hevalım
Nazara mı geldik?
Yay gibi eğri mi olsaydım
Elinde kalmam için.
Yoksa ok misalı doğru mu kalsaydım
Yabana fırlatılmam için.
Bilesin hevalım bilesin
Bir damla göz yaşına
Bütün kanım ve hatta ömrüm...
Unutma hevalım
Sakın unutma
Bileklere vurulur kelepçe
Yüreklere değil......
Cengiz Özkan
Kürdüm*islik çaldiğim Için Tutuklandim
Bitmeyen bir haykırış
Dinmeyen bir acı
Kürttüm
Kürtçe ıslık çaldığım için tutuklandım
Aleviydim
Yaşadığım için sorgulandım
İnsandım
Hayata bakmaktan ben utandım
Hep dinledim
Yalan oldu söylediklerim
Uçurumlarda düşermiş bilemedim
Hiç üşürken titremedi bedenim
Ağlarken titredi ellerim
Ağlarken üşüdü bedenim
(d)üşüyorum
..şimdi yaralı bir kus gibi
bir kus olmalı şimdi
Onun gibi ufuklardan sızıp
Saklı denizlere ulasıp
"Bitmeyen bir haykırış" olmalı
Kelimeleri kemiren bir yaratık
Hep aynı rapleri yazıp
Hep aynı satırları emen bir insanlık
Ses çıkarmadık...
Yürürken bile birbiriyle sevişen bir kalabalık
Damlaları çeken toprağım
Bu damlaları hisseder gibi boğazım
Genzimden geçen bir kan şeridi sanırsın
Yağmurdan sonra toprağa baktım
Kokladım,dokunamadım
Kan doldu bakışlarım
Yinede bakıp ufuklara,inerek yarınlara
Koştum ; tutamadım
Bembeyazdım
Ben barıştım
"ıslık çaldığım için tutuklandım"